SONRADAN GÖRMEYDİ ARTIK KIŞLAR
Bana hitap etmiyor yazdıkların, dedi, şarkıların bana hitap etmiyor, diyordu şair!
Biz seninle oturup bir yağmur altında gerçekleşmeyecek düşler kurmuştuk, gerçekleşirse kasıp kavuracak olan dünyayı.
Kurduğu düşün altında ıslandı çokça. Islanırken ağladı, gözyaşları belli etmiyordu içindeki kaynayan dünyayı. Yağmur da gözyaşlarını saklıyordu. Saklanıyordu ve hitap etmiyor diyordu bu dünya bana.
Dünyadan herkes şikâyetçiydi, herkesin yarım kalan bir düşü, gerçekleşmesi imkânsız hayalleri vardı.
Dünya, bir bana hitap ediyordu, yazdıklarım bir bana, ben ellerimi cebime koyar, şaşırmazdım dünyanın haline, demli bir çayım varsa, yalnızlığım da başucumda…
Hengâmesini bilirdim, fırtınasına göğüs gererdim ben. Dünya üstümde tepinir de bana mısın demezdim.
En çok karanlığı çekerdi içine, yağmuru çekerdi fırtınalıysa şayet, kasırgalarda alabora olan düşlerim varsa, kasırgada savrulmayı seçerdim ve bilirdim içindeyken kendimi.
Uyuşturulmuş bir yaşam isterken sen veya bir başkası, bir başkası da uyuyup uyanmamak isterken bir ömür, ben hep ayakta kalmak ve rüya görmemek isterdim.
Bahar gelirdi, toprak gevşer, güneş gösterirdi kavruk yüzünü ve ben çekilirdim inzivaya, kışa hiç ihanet etmeden mesela.
Oysa kış, yaz denemesi yaptı her sene. Yaz taklidi yaptı. Yaratılmışların bazen insan taklidi yapması ve başarılı da olması gibiydi. İnsanlar gibiydi kış. Kar vermedi bana, yaza öykündü. Fakirlerin zenginlere öykünmesi gibiydi. Sonradan görmeydi artık tüm kışlar.
Ayaklarımızı basacak kar yoktu sokaklarda. Kâr amacı gütmeden kar yağsın istiyorduk, ne zincir satıyorduk ne çekme halatı. Biz kış günlerinde, hemen soğumasın diye çayımızı örtüyle kaplıyorduk, antifriz niyetine.
Sen hala bana hitap etmiyor yazdıkların diye sitem ederken, yazı getirmiştin, ne kalmıştı şunun şurasında.
Bir yıl daha boşu boşuna geçti gitti. Getirisi yoktu. Götürdüklerini saymazsak ki saymayalım da zaten. Sayılacak gibi mi sanki!
Senin, üzerinde çiçekler toplamaya kendini hazırladığın, en sevdiğin şarkıları dinlemek için kulak kesildiğin dünya, elimde bir bardak çayla köşeme kurulmuşken, üstümde dans ediyordu benim, şükür ki çayım var da isyan edecek halim yoktu.
Benden acımtırak şiirler beklemeyin, ben hayatı sallıyorum elimde, kendimi sallıyorum, savuruyorum o duvardan bir başka surata, beni sallamayın siz, sallantıda bir hayatım varken tutmayın ellerimden, inersiniz benim ineceğim çukura, düşersiniz gözlerime bakarsanız ta içine.
İçimde bir umut var yalan değil, gizliden gizliye beni hayata bağlayan bir umut! Kimseye söylemeyin, kimse bilmesin benim gözlerimin güldüğünü içten içe. Umudumu koruduğum sürece bağlanıyorum hayata, dişlilerinin arasına girmemeye özen gösteriyorum. Seni bağlar mı bilmem bu umut hayata, sana hitap eder mi ölüm?
Ölümden başka neyim var benim, umurumda mı sanıyorsun?
Çay varsa, yanında da kopili sigara, üç beş kelam edecek yalnızlığım da kollarımdaysa, ölüm var ve kaçışımız da yoksa… Beni hayata bağlar umutlarım be usta!
Sürekli ölümden de bahsedecek değiliz ya, sana hitap etmeyen bir dünya daha var ölümden sonra, beni içine alıp cayır cayır yakacak bir dünya! Yıllar önce öğrettiler bana katılmadığım bir kursta!
Yaşamaya ve hırsa adapte olmuş insanları ikna edebiliyor da hayat, ölüme ikna edemiyorum kimseyi ben, elimde hiçbir harfi değiştirilmemiş kutsalımla.
Ben gecenin süzgecinden geçmişim, Azrail’in çelmesinden mi korkacağım?
Sana da içinde tek kelime ölüm bulunmayan şiirlerle eşlik etmek isterdim. Geceleri saklayıp sineme, içime atıp tüm yaşadıklarımı!
İçime kanardım ve içime akıtırdım gözyaşlarımı, kalemim benden habersiz ağlamasa!
Benim sırtımı yaslayacağım bir dağım bir de koklarken gülünü, genzime dikenleri batan bir bağım var.
Nesnel bir bakış açısıyla gördüğüm,
İçimde açılması imkânsız bir kördüğüm…
M’S