ŞEYTANIN YÜKÜ (Deneme)
ŞEYTANIN YÜKÜ (Deneme)
Şuradan bir aksilik uzatır mısın? Diyerek dokundu yalnızlığın omuzuna.
Ve sökün etti ardından gitmeler, gitmeyi bilmeyenlerin ayaklarının altında.
Can çekişir gibi çekişiyordu yollarla. Kavgayı evde unutmuş yanıyla.
Azrail’e silah çekilmez ki! Dedi bir yandan, bir yandan da dokunuyordu Azrail’in pençesine.
Yollar, çekingen bir arslan gibi cesur bir tavşanın peşine düşmüş “olacağına” doğru gidiyordu. Oluyordu da birer birer, tüm aksilikler.
Her şey o kadar yerli yerindeydi ki, olmaması gerekenler oluyor, olması gerekenler de inat etmeden, teslim olmuş bir şekilde olmuyordu.
Kuşlar uçuyordu ama!
Kar yağıyor, su akıyor, güneş yakıyordu.
Müstemleke haline gelmiş ruhu parsellenmişti emperyal zihinlerin dilinde. Ederi neyse aşağı yukarı iki katı yalnızlık biçiliyordu fiyatına.
Kimse, ettiğinin tam karşılığını çekmiyor anlaşılan, ahirete de taşınıyordu bir kısım taşınmazlar.
İşler çığırından çıkmış olmasına karşın, yolunda gidiyordu gene aksilikler. Aksini iddia edenlerin aksilikleri de beş para eder durumda değildi.
Mevla’m neylerse güzel eyleyecekti, aksini iddia edenlerin şüphesi yoktu bundan. Aksilikler kuşkularıyla yaşıyor, kuşkulardan besleniyor, kuşkuyla yatıp kalkıyorlardı.
Sorunun menbaından, buz gibi soğuk sular fışkırıyordu, üzerine afiyetle içilen. Gelen giden herkes içiyordu soğutulan düşlerden. Aksilikler uzatılmaya geliyordu. Uzatıyordu gene dokunup omuzuna yalnızlığın.
Karar aşamasındaydı. Dağınıklığın zindeliğinden kurtulup, monotonluğun zirvesine çıkmak işten bile değildi.
Şeytanın sırtındaki yükü hafiflettiğine hayıflanıyordu en çok. Şeytan da memnun değildi gidişattan. İşi buydu. İşler düzgün gidecek ki, ekmek parası kazansın.
Hafifledikçe şeytanın yükü, vicdanın yükü ağırlaşıyordu git gide.
Giderek aklı ve mantığı almayan işlere koyuluyor, aklına mukayyet olması için azami çaba sarf ediyordu. Kafesinin kapısı açık kalmış ve bundan haberi olmayan bir kuş gibi, aklı bekliyordu bir köşesinde kafesinin. Fark etmesi an meselesi.
Gezmekten yorulmuş bir seyyah gibi, batıyordu sırtını yasladığı döşek. Taş ocağında çalışan bir işçinin yanlış yere dinamit koyması sonucu üstüne gelmiyordu taşlar.
Dinamiti bilerek ve isteyerek koymuştu yanlış yere. Az zamanda çok kar etmek için de değil. Kaçarım bir aksilik olursa ocaktan, diyordu.
Kaçıyordu da. Rüyalardaki kaçışlara benzer bir kaçıştı kaçışları. Taşların altında eziliyor, dinamit sesiyle irkiliyordu.
Ölmüyordu da.
En zoru da buydu.
M’S