PRANGALI YAŞAMIN CAZİBESİ (Öykü)


PRANGALI YAŞAMIN CAZİBESİ (Öykü)
Ayaklarına ellerini uzatıp prangalarını çözdü. Kilidi kendinde olan prangalarını. Kendinde olduğunu yeni fark etmiş gibi. Oysa biliyordu o anahtarların yerini, istediği zaman bulacak yere koymuştu çünkü. Unutmuş gibi yaptı, unutmuştu belki de.
Prangalarını incelemeye başladı kadın, elleriyle. Saatlerce baktı. Etrafta olan bitenden habersiz, prangalardan habersiz baktı prangalara.
Duyarsız baktı bir ara.
Duvarsız bir dünyası yoktu. Duvarları yoktu, kendisi de yoktu. Kendisini yok saydığından duvara ihtiyaç duymamıştı.
Varlığından habersiz yaşadı yıllarca. Varlığı temelsiz bina gibi, varlığı köksüz ağaç gibiydi. Yaprakları olmaması ne kadar da isabetliydi. Meyveleri olur mu yapraksız ağacın? Meyveleri olgunlaşmış, yüzü pembeleşmişti kadının.
Meyvelerinden utandı sonra, yüzüne bakınca çekildi geriye. Geride dayanak, geride duvar olmadığı halde düşmedi. Düşmezdi, geride güveneceği herhangi bir şey olmayacağını bildiği için alıştırmıştı sırtını duvarsız, dayanaksız bir yaşama.
Duvarları olsaydı iyi olurdu belki. Bir tanesine prangasını çarpmak isteyebilirdi. İstedi de. Uzun uzun düşündü duvar örmeyi.
Cesaret edemedi prangasını çarpmaya. Cesaret edilecek gibi değildi. Herkesin harcı değildi prangasız yaşam. Herkes bir şekilde pranga takıyordu, ya kendi elleriyle ya da birilerine emanet ettiği elleriyle. Ellerini bu yüzden sever insan dedi. Elleriyle yaşıyordu sanki ellerinin üstündeydi tüm yükü.
Ayaklarına ne güveni vardı ne de severdi ayaklarını. Ayaklar gitmezdi istediği yere, gitmesi gereken yere. Nasıl gitsindi ki, elleriyle taktığı prangaları engel oluyordu gitmesine.
Aslına bakılırsa ellerini de sevmemesi gerekirdi. Prangalarsa sorun, ayaklarının bir suçu yoktu. Tüm suç ellerindeydi. Buna karşın severdi ellerini, delinin zoruna bak sen!
Zoruna gidiyordu her türlü seçeneğin karşısında hazrolda bekleyişi.
Çıkmaz değildi sokaklar. Her biri gidilebilir yollardı. En çok canını sıkan da buydu.
Gidilebilir olması yolların, kilitliyordu yollarını, kapatıyordu sonsuza dek.
Gitmek kolaydı. Geride kalmak kolaydı. Ardından bakakalmak da ihtimal dâhilindeydi. Prangaların çıkarılabilir ve yeniden takılabilir olması kadar can sıkıcı ne olabilirdi ki?
Ayaklarım olmasa mıydı acaba? Dedi. Ne güzel olurdu, bak bu hiç aklıma gelmemişti, diye devam etti kendisiyle olan sohbetine. Ayaklarının olmaması düşüncesi kafasında hayli yer etti.
Prangalarını alıp taktı ayaklarına. Öyle sıktı ki vidalarını ayak bileğinin canı sıkılmıştı. Ayakları bağımsız, ayakları kangren olma yolunda hızla ilerliyordu. Hepsi birkaç saniye içerisinde oldu, oldubittiye getirdi her şeyi.
Artık ayaklarım yok diye sevinçten çığlık atacakken kapı çaldı. Kapıyı da kendisi çalmıştı. Kendi kendine sohbet ederken birden aklına gelmişti kapıyı çalmak.
Kalkıp kapıyı açınca ayaklarında pranga olmadığını gördü. Ne hazindi her yolun gidilebilir olması. Her kapının istenildiğinde çalınabilir olması ne esef verici bir durumdu.
Sanki dünya vaktinden önce yaratılmış gibiydi. Vaktinden önce ötmüştü horoz. Kıyamet vaktinden önce kopmuş, depreme dayanıklı binalar depremden sonra inşa edilmiş gibiydi.
Ayaklarına taktığı prangaların ayaklarından sağlam olmasını neyle açıklayacaktı ki?
Balkona çıktı sonra elleriyle. Elleri prangaları çıkarmasaydı balkona çıkabilir miydi?
Ellerinden cesaret alıp atladı balkondan. Balkonla birlikte atladı. Balkonu yanına alıp yürümeye başladı elleriyle.
Balkondan kopamazdı. İlla yanında götürecekti. Hem balkon onu yağmurdan, selden, fırtınadan ve yabancılardan koruyordu.
Ağırlık da yapıyordu aynı zamanda. Sırtında kafesle uçan bir kuş gibi, kafesine hem dört elle sarılıyor hem de ağırlığından dert yanıyordu.
Odasını da çağırdı yanına. Duvarsız odaları vardı. Dört bir yanı açık, dört yol gibiydi. Her yol gidilebilir her yana duvar örülebilirdi.
En yakın dağa tırmandı. Berrak bir gökyüzü isterken bulutların altında kalakaldı. Dağ öyle ağırdı ki, kendine tırmanan herkesin üstüne niye biniyor bilinmezdi. Dağı sırtına aldı. Yükü çoğalıyordu git gide.
Gittikçe hafiflerim endişesiyle çıktığı dağdan, gittikçe ağırlaşarak baktı yaşamını sürdürdüğü şehre.
Şehirde ne çok insan var dedi kendi kendine pranga takan. Şehirde ne çok yol vardı, gidilebilir.
Şehirde ne çok prangalar vardı ayaklarda mutlu mesut yaşayıp giden. Ne çok insan memnundu prangalarından…
M’S


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YouTube