Mustafa SÜS kimdir?


Mustafa SÜS kimdir?
1974 Kayseri’de Nisan ayının ilk günü dünyaya 1 Nisan şakası olarak gelmiştir. Büyük bir ihtimalle doğduğu gün yağmurludur hava, bulutlar bile ağlamıştır doğduğuna, ileride bu görevi devralacaktır bulutlardan.
İlkokulunu doğduğu kasabada bitirmiş, liseyi de Yahyalı ilçesinde. Lise yıllarında babasının bakkal dükkanını çalıştırırken, ticarete kafasının basmayacağı öngörüsüyle üniversite okuması yönünde çaba sarf edilmiş.
Üniversite yıllarında da tüm arkadaşları ve hocalarının bu çocuk bu okulu dört yılda bitiremez öngörüsünü çürütmüş dört yılda diplomasını almış ve 1998 yılında önceleri ideali olan sonraları da pişman olduğu öğretmenlik mesleğine başlamış.
Bakmış öğretmenlik mesleğini de beceremiyor, bırakmış öğretmenliği ve müdür yardımcısı görevine geçmiş, içinde fırtınaların koptuğunu, diyecek çok sözü olduğunu, hayata tersten baktığını, olanları değil de olması gerekenleri dile getireceğini zannetsinler diye, yazıp çizmeye başlamış. Siyasi yazılar, denemeler, öyküler ve adına şiir dedikleri devrik düz yazılar yazmaya başlamış.
Yazı yazmanın hazzını alan bir insan için artık geri dönüşü yok bu işin ve memurlar da tam anlamıyla özgür bir ortamda yazı yazamıyorlar bahanesinin arkasına sığınıp, Milli Eğitim’den ayrılmaya heves etmiş, tam yaşlanmaya başlayacağı sırada master yapma gayretine düşmüş. Neden master yapıyorsun diye soranlara da, akademisyenler benim fikirlerimden faydalanıp öğrencilerine hayatın kitaplarda yazıldığı gibi olmadığını göstersinler, diye cevap vermiş.
Aslına bakarsanız ki siz aslı’na bakmayın, çok keskin çizgilerle hayata tutunmaya çalışan, herkese esnek olması gerektiği yönde akıl verip kendisinin zerre kadar esnek olmadığını herkese gösteren bir çelişkiler yumağıdır. Ele vermiş talkını, kendisi yutmuş demli çayını…
Hobileri falan yoktur, hayran olduğu kimse de yoktur. Benimsediği insanlara hayran olmaz, onlar gibi yaşamaya çalışır ve o insanlardan biri olur.
Çay, bende tek başına iktidar, diyerek, yemek yemeyi sırf arkasından çay içebilmek için adet edinmiştir. Çay bir yaşam biçimidir onun için.
Gösterilen yol ne kadar iyi olursa olsun, o illa kendisi daha iyi bir yol bulurum düşüncesiyle, başkasının gösterdiği yoldan gitmez. Yanılmış, şaşırmış gitmeye karar vermişse de başkasının yolundan; yola birlikte çıktıklarını o yoldan çıkarmıştır, çıkarmaya çabalamıştır, ya da kendisi çıkmıştır o yoldan.
İnceldiği yerden kopsun, diyerek incelene kadar sabredip, inceldi kopartalım mı? diyenlere de, bir düğüm daha atalım demiş ve attığı her düğüm kendisine, şiir, öykü, deneme olarak geri dönmüştür.
Severek dinlediği hiç bir sanatçı yoktur. Müziğe “Sezen ve diğerleri” gözüyle bakmış, Sezen benim gözümde sanatçı değil, kendimin dişi olanıdır, diye bir yalan uydurmuştur.
Şiire bakış açısı da, kafiye ve ölçü yoksa, duyguları kafiye ve ölçüye uydurarak yazamıyorsa bir insan şair değildir, ya da şairliğin başka bir üst seviyesindedir, ölçüsüz yazılanlar düz yazının devrilmiş halidir, der…
Bir Dost…

BİR MUSTAFA SÜS ANALİZİ

 Denildiği gibi gerçekten de 1 Nisan’da şaka gibi dünyaya gelerek tüm dünyanın yüzünü güldürmüştür. Anasının (kendisi hiç anne demez) yaramazı olmuş, daha ilkokulda âşık olduğunu sandığı kızlara “vur kalbime hançeri…” şiirleri yazarak sanat hayatına başlamıştır.
Yazarlık yönüyle ilk tanışmam “Acılar tek kişiliktir”, “Ana” ve “Kış Düşleri” ile olmuştu. Bunlardan sonra yazarın her yazısını takibe aldım ve hala takibindeyim.
Yazarın en keyif aldığı zamanlar kitaplarıyla baş başa kaldığı anlardır. Kafka, Dostoyevski, Tolstoy en sevdiği yazarlardandır. İki kitabı aynı anda okuduğu zamanlar bile olur. Hatta ne okuyorsun diye sorduğumda “Tolstoyevski” cevabı beni çok güldürmüştür. Onun yerli Kafka olacağı öngörümü her zaman reddetse de ben büyük bir merakla kitaplarını yayınlanacağı günü beklemekteyim.
Başlangıçta ideal öğretmen olma hevesiyle göreve başlamış öğrencilerine önce insanı sevmeyi, hayatı, sistemi sorgulamayı öğretmiştir. Geometriden fenden ziyade çok okumayı, çok yönlü düşünmeyi aşılamıştır. Kendisi öğretmenliğini yeterli görmese de (bu yüzden idareciliğe geçmiştir) çok değerli öğrenciler yetiştirmiştir.
Aşklarına gelince Sezen Aksu sonsuz aşkı olmuştur bu güne kadar… Nazan Öncel’le uzun soluklu bir birlikteliği olsa da, zaman zaman Şebnem Ferah, Özlem Tekin, Şakirağa, Ajda Pekkan gibi sanatçılarla kaçamakları olsa da gerçek aşkı “Sezen”dir ve kimse onun yerini tutamaz. Bu arada Ahmet Kaya kankasıdır ve Teoman, Ayna ve MFÖ ile de yarenlik etmektedir.
Hayatta en vazgeçilmezlerinden ikisi sigara ve çaydır ki “Musti, dünya yıkılıyor” deseniz “Bi dakka la, iki yudum daha aliim” diyecektir. Yemeklerden önce ve sonra gün boyunca, gece boyunca hatta uykuda içemediği için üzülmekte ve ona uykuya yatarken çayı serum olarak bağlatıp uyurken de çaydan mahrum kalmama önerisini getirseniz seve seve kabul edecektir. Hatta bunu ben neden düşünemedim diye de hayıflanacaktır.
Gerçek dünya, sanal âlem ve ruh âleminde sayısız dostu bulunan hocamız şehirden şehre gezmeyi, tüm limanları dolaşmayı çok sevmektedir. Her uğradığı limanda bir süre sonra sıkılmakta ve kendini dağlara vurup merak ettiği başka limanlar ve şehirlere yola çıkmaktadır.
Ölüm ile fazla sıkı fıkı olan, belaları düelloya davet eden yazarımızın başından kaza eksik olmamakta arabası “Neler çekiyorum bir de bana sorun.” diye feryad etmektedir.
Yazar özellikle köşe yazılarında en çok ters köşe tekniğini kullanmakta, sağ gösterip sol vurmaktadır. Özellikle attığı başlıklar ile ilgi çekmekte, bende “Bu yine bir hınzırlık düşünmüştür” duygusunu her seferinde uyandırmaktadır. Köşe yazılarında da denemelerinde de son cümleler her zaman çok ilgi çekici ve güzeldir. Çoğu zaman alıntı yapmışımdır.
Onunla dost olabilmek gerçekten çok keyifli bir duygu. Fakat bunu sağlamak da bir o kadar zor bir iş. Onun o kadar yüksek duvarları vardır ve ona ulaşmak gerçekten imkânsız gibidir. Ne kadar yaklaşırsanız yaklaşın görünmez bir kalkan her zaman etrafını çevirmiş vaziyettedir. Sohbetinizin sonunda bir bakarsınız ki ona kendinize bile itiraf edemediğiniz sırlarını dahi anlatmışsınız. Ya o ne anlatmış? Sizi esprileriyle bol bol güldürmüş ama kendi hayatıyla ilgili hiçbir şey paylaşmamış. Korkmayın sakın, o bu güne kadar tanıdığım en ketum insandır. İnanılmaz bir analiz yeteneğine sahiptir. Bırakın satır arasını iyi okumayı kafanızdan geçeni bile öyle bir görür ki beyninizi şeffaf zannedip perdelerini çekmek amacıyla gözlerinizi kapatırsınız görmesin diye.
Ha unutuyordum, bu kadar neşeli, bu kadar hayatı dalgaya alan, bu kadar samimi olduğuna bakmayın, inanılmaz derecede de kırılgan ve alıngan bir adamdır o. Ve gıcık olacağınız derecede de gururlu. Ona dost dediğinde aklına gelecek ilk isimler diye sormadım ama sorsam Yetiş ve Eşref sanırım ilk söylediği isimlerden olurdu. (Beni de diyeydi iyiydi)
Şiirlerinde aşkı bulacağınızı sanıyorsanız yanılıyorsunuz. O dostlarını da, aşkı da, insanları da, iyiliği de yerden yere vurur, sevgilinin de ağzını burnunu kırar. Bir buldozer gibi dümdüz eder. Sözleriyle yerin dibine sokup, dizeleriyle cenaze namazını kılar ve üstüne Fatiha okur.
İnanılmaz serttir bazı yazılarında. Söylediklerime bakıp sadece başkalarına bombardıman yaptığını sanmayın. En acımasız yazılarını kendisi için yazar, kendini herkesten çok eleştirir ve suçlar. Yemezler şair, yazdıklarına inanmıyor ve altın gibi bir kalbe sahip olduğunu ben biliyorum. Başkaları da farkında ki onu takipteler.
Ne kadar uğraşırsa uğraşsın, kelimelerini bin bir kılığa sokup gizlesin yine de bence o bir duygu ve aşk adamıdır. Che parkasını giyip sık sık dağlarla yarenliğe giden şair, ömrünün kırka bir kala bunalımını yaşamakta, yüz yaşına da gelse içindeki yaramaz ve asi çocuk ile eşsiz ruhun kendisini hep çekici kılacağının farkına varamamaktadır.
Allah’tan en yüce aşkı kalbine doğdurmasını ve kalbini ilham ile doldurmasını diliyor ve bu adamı çok seviyorum…
Bir Dost…


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YouTube