Ülkemde acılara ağıt yakılırdı eskiden.
Töreli türkülerimiz ağıtlarla doludur.
Ağıt yakılırken ağıt yakılacak yiğitlerin kimlere mensup olduğuna bakılmazdı.
Mahallede bir evden duman çıkınca kimin evi diye bakılmazdı…
Herkes can havliyle koşar, yangını söndürürdü.
Kimin evinde cenaze varsa düşmanının evinde bile olsa köylü gider o cenazeyi kaldırırdı, tepkiden korkup gidemeyecek olan da ölenin yasını tutardı.
“Hele genç ise ölen, gök ekin biçilmiş gibi.”
Tabii o zamanlar kutuplaşma yoktu.
Devleti kim yönetirse yönetsin, muhafazakâr kesim eli böğründe ezilir, gıkını çıkarmaz, kendilerine ne uygun görüldüyse onu yaşardı.
Başını çıkarmaya çalışanın başı ezilirdi, bilirdi herkes bunu.
Başına istenilen takılmazsa baş ezilmekten öte koparılırdı.
Kutuplaşmayı bile bilmezdi insanımız. Yoktu öyle bir kelime lügatte…
Ne zaman ki muhafazakârlar sessiz, derinden ve yasal yollardan devleti yönetmeye başladı…
Kutuplaşma lafı dolaşıma sokuldu hemen.
Ortalık sakin değildi artık. Sakin de olmayacaktı.
Devletin tüm kaynaklarını iç edenler, milletin emeğini iliklerine kadar sömürenler ellerindeki imkânların çoğunu kaybetmişti.
Kaybeder kaybetmez hemen her şeye karşı çıkmaya başladılar.
Hem milleti kutuplaştırdılar hem de ‘kutuplaşma’dan muhafazakârları sorumlu tuttular.
Teşbihte hata olmaz, kurt gelecek korkusuyla sabaha kadar tüm köylüleri uyutmayan köpekler gibi, sürekli seslerini yükselttiler.
Kurt geldi gelmesine ama gelen kurt ne koyunlara ne de havlayanlara saldırdı.
Ama olmazdı; tahammül etmeyeceğiz dediler.
Etmediler de.
Yürüyüş yaptılar, ayaklanma denediler, darbe yaptılar. Yakıp yıktılar.
Her yolu denediler.
Yazının başında değindiğimiz konuya dönecek olursak şehitlere de kimlik sormaya başladılar.
Çözüm sürecinde terörün kökünü kazımak isteyen hükûmete karşı çıkmak için her şehit cenazesine koşarak gidenler, her cenaze töreninde sorun çıkaranlar, sosyal medyada ortalığı ayağa kaldıranlar suspus oldu şimdilerde.
Millet de sanıyordu ki onların şehit hassasiyeti var.
Hassasiyetleri olsaydı teröristlerle iş birliği yapmazlardı.
Onların şehit değil, mevzi kaybetme hassasiyeti var.
Terör ortadan kalksın diyerek çözüm süreci başlatanları yerden yere vuranlar, çözüm süreci bitince terörü azdırmak için terörle iş birliği yaptılar.
Bunların hepsinin tek bir açıklaması vardı:
Muhafazakârlar hükûmeti yönetmesin de kim yönetirse yönetsin.
Ne şehitlerimiz umurlarında ne askerimiz ne de sınırlarımız.
Geçmişten bugüne kadar izledikleri ikiyüzlü politikaya baktığımız zaman bu durumu gayet iyi anlıyoruz.
Şehit haberi gelince can evinden vurulmuş gibi içi sızlayan, vatan sevgisi ile yanıp tutuşan ama bunların ne yaptıklarını da bilmeden bunlara destek veren kardeşlerimizin de hepsini sorgulaması gerekiyor.
Zira kötülük mecra bulunca çoğalır.