LAİK EĞİTİM SİSTEMİNDEN MİLLÎ EĞİTİME GEÇİŞ (Turuncu Dergisi Kasım Sayısında Yayımlanan Yazım)
Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze gelene kadar, eğitim sistemimizde taşlar bir türlü yerine oturamamıştır.
Buna yol açan sebeplere baktığımızda:
Harf inkılabından sonra hafızasını kaybeden bir millete dayatılan Laik ideoloji diyebiliriz.
Devrimi yapanlar yaptıkları devrim neticesinde milletimizin geçmişiyle bağını tamamen koparmak istemişler yeniden, sıfırdan bir millet yaratma gayreti gütmüşler ve sistem gittikçe içinden çıkılamaz hale gelmiştir.
Giyim kuşamda, sosyal hayatta halkımızın hoşuna giden, nefsine hoş geldiği için hemen kabul gören değişiklikler, eğitimde bir türlü tutmamıştır.
Zira eğitim ciddi bir iştir. Öyle karpuz yetiştirir gibi, ekelim 3 ay sonra hasat edelim, demekle olmaz.
Yeni bir alfabeye geçilmiş, eski kitaplar yakılmış, geçmişimizle aramızda ne kadar köprü varsa hepsi atılmış lakin “hafıza” tümüyle yok edilememiştir.
Hal böyle olunca; aslına rücu etmek isteyen bir kesim, jakoben bir anlayışla dayatılan Laiklik eksenli eğitim sistemini kabul edememiş ve dikte edenlere de hep kuşkuyla bakmıştır.
Aynı okullardan yetişen nesillere baktığımızda, mezun olan öğrencilerin büyük çoğunluğu eskiye özlemlerini her fırsatta dile getirmişler, bir kısmı da onca dayatmalara rağmen şüpheci bir yaklaşımla Laik sistemi benimser gibi görünmüş veya benimsemişler kerhen de olsa.
Halk cahil, o ne yapacağını bilemez, mantığı ile hareket eden devlet, halka herhangi bir şey sorma ihtiyacı duymamış ve ben neyi istiyorsam onu öğreneceksin! Diyerek adeta silah zoruyla sistem dayatması yapmıştır.
Yeni alfabeye ve Laik sisteme kafa tutanlar da çocuklarını okullara göndermeye cesaret edememiş ya da göndermek istememiştir.
Osmanlı özlemi çeken insanımızın en büyük yanılgılarından birisi de budur!
Laik sistemi benimseyen ya da çocuklarımız cahil kalmasın mantığı ile hareket eden ‘çağdaş’ güruh, devletin sistemine çabucak angaje olmuş, çocuklarını devletin okullarına göndermiş ve yetişen nesil de devletin tepesinde, her türlü bürokraside yer alarak, Osmanlı özlemi çekenlerin isteklerini hiçe sayarak hareket etmiş, dayatmacı politika bugünlere kadar süregelmiştir.
Çocuklarını okullara göndermeyenlere ya da geç gönderenlere de ‘kapıkulu’ görevi reva görülmüş.
Az da olsa İmam Hatip Okullarının açılmasıyla gözü açılan muhafazakâr kesim birden sıçrama yapmış lakin tam anlamıyla yeterli olamamış bu sıçrama.
İlk başlarda “İmam ve Hatip” yetiştirmek için kurulan İmam hatip okulları Merhum Necmetdin ERBAKAN’ın hükümet ortağı olduğu yıllarda (1973-1974) çoğaltılmış ve içi de doldurularak mezun olacak öğrencilere üniversite kapıları açılmıştır.
Gerek İmam Hatip okullarından, gerek aile içinde muhafazakâr eğitim alarak normal liselere gidip mezun olan öğrenciler devletin önemli kademelerine yerleşince ibre tersine dönmeye başlamıştır.
Artık daha çok sorgulayan, dayatılan her şeye hemen inanmayan, sisteme bir türlü entegre olamayan insanlar ezber bozacak faaliyetlerde bulunmuşlardır.
Yalan yanlış tarih öğretiminden tutun da, dayatmacı batı taklitçiliği eğitim sistemi Türkiye insanına dar gelmeye başlamıştır.
“İdbara düşen milletler, ikbaldeki milletleri maymunca taklit ederler.” sözünü haklı çıkartan bu Laik Eğitim Sistemi iflas etmiş, yerine kendi milletimizin geçmişine, özgüvenine, gelenek ve göreneklerine uygun Millî bir sistem hayata geçirilmeye başlanmıştır.
Ahlak ve maneviyattan yoksun, kapitalist sistemle insanımızı paraya, güce ve dünyaya tapınmayı öngören Laik Eğitim Sistemi duvara toslamıştır.
Batının sosyal yaşamını taklit eden ama ilmini, fennini almaktan imtina eden sistem zaten nereye kadar gidebilirdi ki?
Okuduğumuz tarih kitaplarına bakılınca, hiçbir savaşta yenik düşmemiş, yenik düştüğümüz savaşlarda da mutlaka birileri bize ihanet etmiş ve asla hata yapmayan bir millet olduğumuz anlaşılıyor.
Böyle yalanlarla çocuklarımıza özgüven aşılamaya çalışan bir sistemden söz ediyoruz.
Hiç hata yapmadık da 3 kıt ’aya hükmeden bir millet nasıl Anadolu’ya mecbur edildi? Diye sormaya başlamaz mı çocuklarımız? Nitekim o soruyla muhatap olmaya başladık bile!
90 yıldır yapılan bu yanlışların bir anda silinmesi de zor tabi.
Ülkemizde yalnızca Türkler yaşıyormuş gibi, her sabah çocuklarına “Türk’üm, doğruyum, çalışkanım…” dedirten bir sistem, askeri mantıkla okutulan Millî Güvenlik dersleri, küçücük çocuklara yüklenen haddinden fazla müfredatla bir yere varılamayacağını anladık ama çok geç… Kaç nesil heba oldu?
Değerli insan Prof. Dr. Ömer Dinçer’in bakanlığı döneminde hayata geçirilen 4+4+4 sistemiyle bir nebze de olsa Millî bir eğitime dönülmüştür.
Bu yeni sistemin algılanması öyle kolay olmayacaktır. Her şeyden önce uygulayıcılar olan öğretmenlerin bu sisteme adapte olabilmeleri zaman alacaktır.
Üniversitelerdeki hocalardan tutun da, üniversite okuyan öğretmen adaylarına kadar eğitimle ilgilenen herkesin sil baştan sistemi içselleştirmeleri gerekmekte bu görev de Millî Eğitim Bakanlığına düşmektedir.
Ayrıca, sisteme karşı en sert eleştirileri yönelten Laik kesime bu sistemin hiçbir zararı yoktur. Onlar gene diledikleri okullarda çocuklarına eğitim alabileceklerdir. Onların derdi, isteyen ailelerin çocuklarına verilen dini eğitimdir. Dindar nesil yetişmesini istemediklerinden sert eleştiriler yapmaktadırlar.
Şayet bu 4+4+4 sistemi cumhuriyetin ilk yıllarında olduğu gibi jakoben bir anlayışla dikte edilmiş olsaydı buna ilk önce bu yeni sistemi savunan bizler karşı çıkardık.
Görülmüştür ki, dayatılan hiçbir sistem ayakta duramaz ve gün gelir duvara toslar.
mustafasus@hotmail.com
https://twitter.com/saskinkelimeler
https://www.facebook.com/cayvarmi