Eskiden kutuplaşma mı vardı?
Türkiye’de öyle bir zaman vardı ki geçmişte…
Kimse kimsenin etlisine sütlüsüne karışmıyordu.
Kutuplaşma yoktu. Ayrımcılık yoktu.
Ötekileştirme hiç yoktu.
Herkes iste(nil)diği gibi yaşayıp, iste(nil)diği gibi düşünüyor, iste(nil)diği gibi konuşuyordu.
Birkaç çatlak ses çıkıyordu ama o çatlaklar da hemen kapatılıp suyun sızması önleniyordu.
Tek tip bir Türkiye idi.
Tek tip ülkede yaşayanlar da tek tip olacaktı, kaçarı yoktu.
Tüm öğrenciler aynı kıyafeti giyiyordu, sorun yoktu, kargaşa yoktu, karışan eden yoktu.
Öğretmenler de aynı kıyafetleri giyiyordu, onlara da karışan yoktu.
Yazılı ve yazısız kurallar vardı.
Yazılı kurallar devlet dairelerinde, yazısız kurallar her yerde geçerliydi.
Resmi ideolojinin dışına çıkılamazdı.
Resmi ideolojinin dışına çıkana haddi bildirilirdi. Kimse de cesaret edemezdi sınırların dışına çıkmaya…
Hem niye cesaret etsinler ki?
Açık hava hapishanesinde herkes dayatmacı bir yönetim altında mutlu mesut yaşayıp gidiyordu. Ne gerek vardı ağzımızın tadının bozulmasına?
Resmi ideolojinin dediği ne varsa hepsi yapılıyor, böylelikle sorun da çıkmıyordu.
Kutuplaşma gibi, ötekileşme gibi kelimeler lügatimize henüz girmemişti.
Resmi ideolojinin görünür ve görünmez baskısı atlında içten içe inleyen, kafasını kaldırınca kellesinin kopacağını da iyi bilen insanlar sabırla bekledi.
Beklerken de boş durmadı, çalıştı, çabaladı, içten içe besledi kendisini.
“Bir son vermeye geldik
Kullara kul olmaya…” diye bir ses yükseldi bir yerlerden…
Herkes uyuyor numarası yapıyormuş, “Bir uyanık gelmiş, tüm uyuyor görünenleri uyandırıvermiş.” işe bak sen…
Bunlar meydana çıkınca işlerin rengi değişmiş.
Sessiz, sakin, gürültüsüz bir ülke birden renklenmeye başlamış.
Kaos, kargaşa da başlamış aynı zamanda.
Ülkede ne kadar tepeden inmeci(jakoben) varsa hepsinin keyfi kaçmış.
Neler oluyor demeye kalmadan bu kitle su gibi akmaya başlamış her mecraya.
Önceleri sadece vergi veren, askere giden, diğerlerine buğday, süt, et, meyve, sebze üreten kesim verdiği vergiden pay istemiş.
Memur olmuş, öğrenci olmuş, akademisyen olmuş, öğretmen olmuş, hâkim olmuş, avukat olmuş, asker olmuş, doktor olmuş, polis olmuş…
Okullarda istedikleri kıyafeti giymeye başlayan öğrenciler, başkalarının kıyafetine karışmasalar bile onların uykusunu kaçırmış.
Bu sonradan uyananlar, onlar gibi düşünmediğini, onlar gibi konuşmayacaklarını deklare ettikten sonra “kutuplaşma” da başlamış.
Bu beyaz olmayan insanlarmış kutuplaşmayı çoğaltan.
Yoksa eski düzen ne kadar da iyiymiş.
Onlar ne derse o oluyormuş.
Şimdilerde bunların da dediği olmaya başlamış.
Birlikte kardeş kardeş yaşayıp gidelim demek yerine…
Sonradan söz sahibi olanlara bakışlar değişmiş.
Kin artmış, nefret almış gitmiş başını.
Artık hiçbir şeye tahammül edemez hale gelmişler.
Ülkenin gerçek sahibi kendileri ya? Ötekileştirdiği insanlar onlara göre bir hiç…
Tahammül edemeyince de önüne gelen herkese saldırmaya başlamışlar.
Yaşam tarzlarına, kılık kıyafetlerine, yiyip içtiklerine kimse karışmamıştı ama onların uykusu da kaçmıştı bir kere…
Onlar sahnede coşacaklardı, ötekileştirdikleri de bilet alıp onları alkışlayacaklardı…
Ne gereği vardı aslına rücû etmenin?