“İnsanlara akıl vermeyi bırakın, akıllı olanların ihtiyacı yoktur, aklı olmayanlar da zaten sizin ne dediğinizi anlamaz.”
“İnsanlara akıl vermeyi bırakın, akıllı olanların ihtiyacı yoktur, aklı olmayanlar da zaten sizin ne dediğinizi anlamaz.”
Bu sözü içselleştirdiğimiz andan itibaren ne bir tartışma ne bir münakaşa ne de kavga ederiz etrafımızdakilerle. En önemlisi uzaklaştırmayız insanları kendimizden.
Çoğu zaman da susarız.
Ne demeye kafalarını şişirelim ki, ne derdimiz var insanların yanlışlarıyla, hatalarıyla?
Kim bize akıl verdi de getirdik yerine? Değil mi ama?
Kimin tecrübelerinden yararlandık, kimin öğütleri zonklattı beynimizi.
Beğendik, hoşumuza gitti, hatta hayıflandık kimilerine, ah vah ettik ama geçti, geçti gitti. Hayatımıza uyarlamaya cesaret edemedik. Dikineydi burnumuzun yaşantımız, dik aşağı freni patlamış kamyon gibi ezdik geçtik önümüze çıkan tecrübeleri, verilen öğütleri, bilgeliklerini dünyanın…
Biz akıl almasını sevmiyorsak başkaları da sevmiyor değildi ya, öyle zannettik.
Kendimizi ifade etmek ve kendimizi ön plana çıkartmak için habire akıllar verdik, öğütler sıraladık. Amacımız birilerinin derdinde derman olmak değildi, olunmayacağını bile bile boca ettik ne kadar tecrübemiz varsa, ne kadar kulaktan dolma bilgeliklerimiz varsa…
İnsanların içinden çıkamadığı problemleri daha o insanları dinlemeden, daha teşhis koymadan lafı ağızlarına tıkayıp, onun ayağını sıkan ayakkabıyı giymeden başladık ahkâm kesmeye, başladık münferit örneklerle ona harika bir yaşam sunmaya.
Dinlemesini öğrenmeden, bilmeyi öğrenmeden, biriktirmeyi öğrenmeden, öğrendiklerimizle amel etmeden ve kendi hayatımıza çekidüzen vermeden dünyayı kurtarmaya yöneldik, birilerinin hayatına yön vermeye meylettik.
Dost zannettiklerini düşündük her yüzümüze güleni ve dostmuşuz gibi, acı sözler bile etmeye başladık, acıttık da üstelik.
Acı söylemeyi marifet bildik.
Çekip çıkartacağımızı düşündük insanları düştükleri kuyudan. Güneşi biz görebiliyoruz da neden onlar da görmesindi.
Bulutlarını dağıtmak aklımıza gelmedi.
Sözle ayakta durduk. Sözümüzle ayakta duracaklarını zannederek…
Zannettik ki birkaç cümleyle birilerinin hayatını düze çıkartacağız ve güneşle buluşturacağız onları.
Huzur da verebilirdik mesela. Bu biraz zahmetliceydi. Özveri gerektiriyordu, zaman harcamamız da lazımdı, belki para!
Kıyamadık zamanımıza, paramıza. Bozmanın ne âlemi vardı rahatımızı. Televizyonlarda gırtlak patlatan psikologlar gibi birkaç söz neylerine yetmiyordu?
Akıl vermekti en iyisi. En iyi yol buydu. Zahmetliydi diğerleri.
Hem ne gerek vardı huzur vermeye? Kalkıp kendileri bulsundu.
İçimizdeki karanlığı, sığlığı, işe yaramazlığı keşfetmeden birilerini aydınlığa çıkartacağımızı zannettik hep.
Gömleğin ilk düğmesi kendimiz, ilk ilik de kendimizi keşfetmemizdi. Kendimizi bilmeyi atladık. Akıl vermemeyi öğrenmeyi atladık.
O yüzden diğer tüm düğmeler yanlış yere iliklendi.
Kulağa hitap eden çok güzel birkaç söz söyledik yalan değil. Gitmedi kalbe.
Kalbin istediği huzurdu akıl değildi oysa.
Yaklaştıkça uzaklaştırdık insanları kendimizden.
Akılda kalan söz değil insanların yürüdüğü yollardaki taşları ayıklamamızdı.
mustafasus@hotmail.com
{fcomment}