ANI YAŞA
AN’I YAŞA
Varlığını görmezden geldiğimiz onlarca sorun içinde yaşayıp giderken, kendi iç sorunlarımızın kargaşasından ziyade çevrede olup bitene odaklanıp içimize bakamıyor ayna tutamıyoruz yaşayamadıklarımıza. Kimi zaman da erteliyoruz bile bile. Hayalleri erteliyoruz, yaşanılması gerekenleri.
Hep bir telaş, bir uğraş peşine düşüp yarını kurtarma hevesi içerisine girip vazgeçiyoruz bugünden.
Kimine göre yarın ayakta kalabilmek için çok çalışmak, işimdeyim gücümdeyim, demek gerekiyor, kimine göre de;
“Yarın garanti değil bugünü yaşa” demek ve hayata yeni olmayan bir bakış açısı getirmek, söz ile değil de uygulama ile doğrulamak gerekiyor.
Ertelenen hayatlar ertelendiği için mi veresiye defteri kabarık hepimizin acaba? Yoksa bugünün işini yarına bırakma derken bize verilen öğüt sadece “iş yapmak” mı? Bugün kendin için geleceğe yatırım amaçlı kaç kişiye güzel söz söyledin? Kaç kişiye hiç sebep yokken gülümsedin? Kaç kişiye o kişide bulunan iyi bir özelliğini gösterip ona destek oldun? Dükkânına gelen kaç müşteriye bir şey almayacak olsa dahi gelir gelmez ayağa kalkıp çay ısmarladın?
Ben diyor bilge bir adam, “ Gece başımı yastığa koyduğumda kaç para kazandığımla değil, kaç kişiye iyilik yaptığıma bakarak köreltiyorum nefsimi ve sorunlarımla böyle baş ediyorum.”
İçimizde sorun varsa ve bilmesek bile ne olduklarını kendi kendiliğinden yok oluyor böylece.
Bazen de öyle çok sorunumuz varmış gibi ürkütüyoruz kendimizi kendimizden, dünya yıkıldı altında biz kaldık zannediyoruz. Oysa çözülmesi imkânsız olan sorunlarla boğuşmak yerine zamana bırakarak bir nevi bir başkasının omuzlarına yıkarak yükü kendimizle baş başa kalmalı ve yaşamın tadına varmalıyız.
Hoca’nın hanımı akşam eve gelen hocaya sormuş,
– Bir derdin var bana söyle derdini, çok düşünceli görünüyorsun deyince. Hoca,
– Karşı komşuya borcum var ödeyemedim ondandır düşünceli halim. Kadın hemen komşunun kapısını çalıp;
– Komşu, eşimin sana olan borcu var ya, onu ödeyemeyecek kusura bakma, demiş ve dönüp Hoca’ya,
-Bundan sonra o düşünsün sen niye düşünüyorsun be adam!
Hayat fıkralar kadar basit değil ama sorunlar içinde kıvranmak sorunları çözmüyor ve kaçırdığımız gemilerden bize el sallayanlara bakıp iç geçirmek yerine, kendimize gelmeliyiz. Burnumuzun üzerinde unuttuğumuz gözlüğü bir başka yerde arar gibi saadeti, başka yerlerde aramamalıyız.
Siyaset, savaş, türban, anayasa gibi tartışmaların ortasında bunalan insanlarımıza bir ‘orta yerden’ kaçış, yazısı yazmak istedim. Zira “yangın içinde olmamak yangına su taşımak için gereklidir” sözü çınlattı kulağımı. Sizi Erel Bleda’nın bana göre şaheseri ile baş başa bırakıyorum.
Sarı Lira Gibi Ömrünüz
‘Yaşamak değil, beni bu telaş öldürecek’.
Dediği gibi şairin;
O telaşla, bırakın Paris yolunda ılık
Rüzgârlara taratmayı saçlarımızı
Sevdiğimizle doyasıya bir sohbet bile
edemedik biz…
Gözümüz saatte söyleştik hep,
Koşuşur gibi seviştik, yarışır gibi çalıştık.
Hep yetişilecek bir yerler vardı
Aranacak adamlar, yapılacak işler…
Bir sonraki günün telaşı, bir öncekinin tersine bulaştı;
Başkalarının hayatı, bizimkini aştı.
Kör karanlıkta çalar saat sesi yerine;
Kuşluk vakti, kızarmış ekmek kokusu
Veya yavuklu busesiyle uyanma düşlerini
Ha babam erteledik.
20’li yaşlardayken 30’lara kurduk saatin alarmını,
30’larımızda 40’lara, belki sonra 50’lere…
Lakin öyle yanlış kurgulanmış ki hayat,
Kuşlukta uyanma fırsatını sunduğunda size,
Artık uyku girmez oluyor gözlerinize…
Doyasıya söyleşmek,
Telaşsız sevişmek için bol zamana kavuştuğunuzda,
Söyleşecek, sevişecek kimsecikler kalmıyor
Yanınızda…
Özenle yarına sakladığınız bir sarı lira gibi ömrünüz;
Vakti gelip sandıktan çıkardığınızda,
Bir de bakıyorsunuz ki,
Tedavülden kalkmış.
12.12.2007
{fcomment}