İNSAN, İNSAN OLMAYA ÇALIŞIR MI? (Deneme 2-3)
İNSAN, İNSAN OLMAYA ÇALIŞIR MI?
İnsan olmaya çalışma, dedim, insan olmak zor zanaat, eline yüzüne bulaştırırsın, insanlık neyine hem senin, benim neyime senin insan olman, insan olmaya çalışman da neyime, neyine güvenip de kalkıştın böyle bir işe, bak işte, rezil oldun el âleme…
İnsanlıktan nasibimizi alalım, belki nasipte varsa alırız da kim bilir? Ya da vazgeçelim bence ümitvar olmaktan, kime niyet, kime kısmet acılarımıza sahip çıkalım, insanlık hali belki daha iyidir belki de güzel rol yapmasını öğrensek, insan olmamıza da gerek yok.
Baktık olmuyor, olmaz zaten, olamaz, sen insansan, insanlığa yeni bir tarif gerek, tanımlamalıyız beni, seni ya da bir başkasını, insanlık tanımına, şablonuna uygun düşeceğini hiç zannetmiyorum.
Kalkıp çay demlemeli, kalkıp gitmeli aslında, uzaktan bir başka uzağa, uzaklıkları yakın eden ne kadar kitle iletişim aracı varsa, yokmuş gibi davranıp, insanlıktan fersah fersah uzağa gitmeliyiz.
Fersah kelimesini bilerek ve isteyerek kullandığıma bakma, kullanmaya kullanmaya pas tutan kelimelerin arasında kaybolmasın, insanlığa bir hizmet daha eksik olsun diyedir belki yaptığım bu tür acayiplikler, bu tür imkânsızlıklar, bu tür kelime hazinesi boşluğundan yararlanıp, kelimeleri çoğaltmak varken, sıkıştırıp birkaç yüz kelimeye, kısır bir döngü peşindeyim ben.
Sen gene de, ben ne peşinde olursam olayım, insanlıktan alma nasibini.
Öyle dostlar alışverişte görmez, herkes alış verişini gizli yapar, yapmalı ya da, kimse ulu orta kaliteden ödün vermez, ben görmedim yani verdiğini, tek başına soğan ekmek yiyen bir sürü insan gördüm, yani hayal gücüm mükemmel demek istemiyorum, desem de eğreti durmaz bilirim.
Kaliteli yemekler, ifşa edilerek yenilir, kaliteli yerlere ifşa niyetine gidilir, gözüne gözüne sokulur yenilenler, gidilen yerler.
Dağlarda bayırlarda gezerken biz, ben ya da, artık ne önemi var o resimleri kimin çektiğinin, herkesi bir telaş almasın diye, teknolojiye yenik düşüp, dağlara resim çektirmek için giden ben değilim, ben sadece kendisini yaptığı bir eksiklikten, almadığı bir nasipten, insanlıktan yani, köşeye sıkıştırıp kendini, soru boca ederken üstüne kendinin, savunma diye bir psikolojik yöntem öğrenmiş onu uygulamaya koymuştum.
Oysa bilirim bir insan ne zaman kendisini savunuyorsa, bir nasipsizlik vardır kendisinde, konuyu bana nasıl getirdim ve benden nasıl uzaklaştıracağım derdine girdim, bilemiyorum ama bildiğim birçok şeyin arasında, yani ben birçok şey bilirim, bu böyle bilinmez ama böyle de bilinse daha mı iyi olur ya da fark etmez mi bilmem.
Sen gene de insan olmaya çalışma, beceremezsin, eline yüzüne bulaştırırsın, bulaşık yıkamak kadar kolay değildir, evde bulaşık makinesi yoktur belki ama olsa da ne fark eder, önce de bulaştırıyordun eline yüzüne ve o zamanda kirliydin.
Şimdilerde pek bir afilli olmuşsun, öyle dediler görmeyenler, görenlerin gözlerinden kayboluyormuşsun, görmezden geldikleri günlerden beri.
Sen kaybolmak nedir bilir misin? Bilme bence, bilmemelisin.
Hayatına bir ti’ ekle, bir de ti ’ye almaya çalış bakalım kendinden bir şey kaybedecek misin?
Kendini kaybetmeye çalışma zaten kimsenin görmediği yerlerdesin, kimsenin umurunda olduğuna da aldırma, belki de öyle zannediyorsundur kendini, öyle de zaten, umurunda değilsin kimsenin, olma da.
En güzeli ne biliyor musun? Nereden bileceksin, ben bile bilemezken.
Soytarısını güldürmeye çalışan bir kral gibi, ya da ne bileyim bizim kültürümüzde kral olmadığı için, dalkavuğunu güldürmeye çalışan padişah gibi, kavuğunu her düşürdüğünde rezil rüsva oluyormuş, kimse gülmüyormuş, kimseyi de güldürmeyi beceremiyormuş padişah.
O yüzden ertelememiş tüm savaşları.
Hangi padişahın aklına gelir ki, düşmanı güldürerek savaş kazanma stratejisi, haydi geldi diyelim, yani düşman ayağına!
En komik esprileri yap sen, ya da şaklabanlık, yakışır mı koca padişaha, sen üstelik insanlıktan nasibini alma gayretindeyken.
Adam sırf karizma çizilmesin diye bile savaşır, neymiş o öyle, güldürerek savaş kazanma olayı? Kanka olunur iki dakikada düşmanla.
Vay be dedim, kendime. Kendi kendime.
Tüm düşmanlar kanka olsa, kanka da neyse, kardeş olsa diyelim, ne de olsa birkaç rekât namaz kılmışlığımız, kendimize Müslüman demişliğimiz var, mü’minlerin de kardeş olduğunu bilmişken, öğrenmişken, düşman da mü’min ise, ya da Müslümansa, belki de kalbi İslam’a ısındırılacaksa, müellefe-i kulüp diyorlar terminolojide, desinler konumuz bu değil, konumuz da yok, konumumuz da!
Gâvurdan kardeş olmazmış, öyle diyorlar, ayıdan da post olmaz, sanki kaç ayı vurdu da post yapma derdine düştüysek derisini, kaç kere kuzey kutbuna gitmişliğimiz var, buradaki ayılardan dost oluyor da, kutuplardaki ayıların derisinden neden post olmasın, ayıların bile post üstünde namaz kıldığını düşünmek ne kadar hoş…
Konuyu bahtsız bedeviye bağlamayacağımı anlamışsınızdır, ya da aslında bağlar kesin falan da demişsinizdir ama ben sizi hayal kırıklığına uğratmayacağım ve konuyu bir yere bağlayacağım, nereye bağlanacak diye ben de en az sizin kadar merak ediyorum.
Merak ederim ben, kendimin her şeyini merak ederim, zil zurna sarhoş olduğumu kimseye demeyeceğinizi bilsem itiraf bile ederdim.
Oksijenin ve çayın insanın kanında neler oluşturduğunu hiçbir tıp uzmanı bilmez, onlar tıp oynarken bu konu işlenmemiş ve işlenmeyecektir de bir daha, padişah düşmanıyla kanka, kardeş olmaya çalışmaz da üstelik. Öğrenilmiş bir çaredir bu sizin aramaya çalışmadığınız çare.
Düşman hiçbir espriye gülmez, gülemez, zira onun silahı, zaten kardeş olanları, kan bağı olanları vurmaya programlıdır.
Düşmanı gülerek yenmek kolay değildir ama güldürerek fethetmek kolaydır. Zaten gülümsemeye sadaka bile deriz biz.
Oysa asık suratla çıkarız insanlıktan nasibimizi almaya çarşıya ve pazara, orada satılmayacağını bildiğimiz için de, dostları alıverişte görür geliriz gerisin geri.
Yine bir gün, yağmur yağıyor galiba, güneş henüz bulutların kollarında kendinden geçmiş, geçmiş insanların mahmurluğunu görüp de çıkmak istemezken bulutların koynundan, aceleyle yağan yağmuru sinesine çekip, nefesini koklayıp, alabora olmaya çalışırken en netameli fırtınalarda, netame kelimesini de sık kullananlara eklemek lazım, yalan değil ben seni insan olmaya çalışırken gördüm.
Çok zor olduğunu söylediğimden beri sen kolay deyip kolayına kaçmaya çalışıyordun, kaçıp kurtulmaya çalışıyordun, benden özellikle, benden kolay kolay kurtulunmaz bilirsin, bilmelisin, bilmiyorsan!
Tüm günahlarını bana yüklemeye ve vicdanında oluşan ne kadar azap varsa hafifletmeye çalışıyordun. Vicdan bu, senin mantığınla bir hareket etmez, mantığın asla galebe çalmaz vicdanına.
Yapıyordun sen bunu.
Sen böyle de pis bir yaratıktın.
İnsan olmak kim sen kim diyecektim ki, sen kim olduğunu ben demeden açık ettin, elin hiç de açık edeceğe benzemiyordu.
Benim hislerimle senin vicdanın ele verdi kendini.
Yorgunum dedim, aldırmadın, üstüme gelme dedim oralı olmadın. Ve ben hala senin nereli olduğunu öğrenemedim.
Dünya küçük dediler, inanmadığım kadar varmış, insanları sevin dediler, sevmediğim kadar varmış, bir de başka bir şey daha varmış da onu demeyeceğim, denilecek, dile getirilecek bir şey olsa hiç bakmam gözümdeki yaşa, bakamam zaten, ellerim ve yanaklarım bakıyor benden önce.
Yastığa da dökülmüş, uyanınca gördüm uykuda ne kadar çok gülmüşsem artık, gözyaşlarımı.
Gülerken ağlardım, gülüşümle saklardım gözlerimdeki yaşımı, yaşım ilerledi artık, olacak o kadar.
Sonra ben çıktım nasibimi almaya insanlıktan, güzel de rol yaptığım söylenir hatta güzel şarkı söylediğim bile dile getirildi bir zamanlar, kimsenin olmadığı yerlerde söylersem güzelmiş.
Öyle dediler, demekle kalmadılar rol yapmamı da buna benzettiler, ben de her gün dağlara çıkıp, güzel şarkılar söylerdim, güzel şarkılar söylediğime benden başka kimse inanmazdı yanlarındayken, benim şarkılarım güzeldi, söyleme tarzımdan bahsetmiyorum biraz dikkat lütfen.
Eften püften eleştirilerle gelmeyin bana diyecektim, bana gelmeyin de nasıl gelmezseniz gelmeyin, demekle yetinebilirim şimdilik.
Ortak şarkılarımız vardı insanlarla ben güzel şarkılara insanları ortak ederdim, şarkıyı güzel söylemesem de, beceremesem de, güzel şarkılar söylerdim işte.
Ortalıktan kayboldu şarkılar, insanlık gibi, aramaya çıktığımız insanlık gibi, şarkılar kayboldu, bir ara aradım da üstelik arşivden, baktım sağa sola, bulamadım, yüklüydü beynimde, yüklemiştim, beyin ne zaman para etmeye başladı o zaman unutmuşum, unutulmuşum, gözden kaybolmaya gelmiyorum, gözlerden ırak oluşumdur etki eden buna.
Haydi diyelim gidelim bu şehirden, hangi cehennemin, hangi dibine tek kişilik dönüşü olmayan bir pusula aldık ki biz? Ben yani, mütevazılık olsun diye biz dedim, alınma hemen üstüne, seni, bir başkasını, insanları, insan olmaya çalışanları cehennemime ortak edemem.
Kıyamam kimseye, onlar daha dibine layık ki ben ara sıra iner bakarım onların hâli pür melaline.
Hatırlıyor musun? Nereden hatırlayacaksın?
Sen kendi üzerine düşen neyi hatırlarsın ki?
Bir keresinde insan olmaya çalışmıştın da, başarmıştın.
Bunu benden başka kimse görmemişti ve ben o gün en iyimser halimle, en pollyanna halimle bakıyordum sana ve dünyaya.
Eğreti bile dursa okey demiştim, evet diyeceğim yerde. Nerde bende o realist karakter?
Aslında bunu başaramayanlar benimle birlikte değil ama dağlara çıksalar, dağlarda arasalar, belki daha kolay bulurlar, bulurlar ama dağda bulunan huzurdan başka hiçbir şey oturmuyor insanın üzerine, insanlıktan alınan nasip bile, ki dağlarda insanlıktan nasip yetişmiyor, birkaç çiçek var bozkırda, o da kış mevsimine kafa tutacak kadar asi değil, kardelenler daha henüz baş göstermedi. En sevdiğim çiçek nergis dediler daha dün.
Nergisin de insanlıktan nasibi zaten yok. Olsa da vermez kimseye.
Deniz suyu içip de susuzluğunu gidereceğini zanneden insanlarla dolu bir dünyada yaşamak, soluk soluğa bir solukta bu kadar yazıyı bir bardak çay içmeden yazmaya benzemez, öyle bir şey yok.
İmam namaz kılarken, ayağını gıdıklayana mı yazılır, namazı kabul olmayan cemaatin günahı, yoksa abdesti bozulduğunu bildiği halde, cemaate ayıp olmasın diye namaz kıldırmak için cemaatin önüne geçen imama mı?
Bu sorunun cevabı kadar önemsizdi senin insan olmaya çalışman.
M’S