HUYSUZLANMAYI UNUTAN AT (Deneme)
Elini yastığının altına koyup bi’şeyler aradı.
Eli de, yastık da ağırlaştı.
Eliyle aradığından emin olmak için kalkıp ışığı yaktı. Işığın yanmasıyla yastığın görünmesi bir oldu.
Ama elini unuttu. Eli neredeydi?
Ve ağır mıydı? Kendi eli miydi ağırlaşan? Eli yastığın altındaysa, ışığı neyle yaktı?
Yastığın altında her gece bi’şeyler aramaktan yorulan bir el olduğunu fark etmesiyle, ışığı yakmayı unutması aynı zamana denk gelirdi.
Zaman, denk gelirdi!
Yastık altında kalanın ne olduğunun bir önemi yoktu sanki. Önemli olanın ne olduğunu düşünecek kadar vakti de yoktu.
Gene aramaya koyuldu, gecenin üstünden geçip gidiyordu, yıldızların göz kırpmadan akışı.
Kafası yastığın altında kalmıştı.
Eliyle yeniden yokladı kafasının içinden geçenleri.
Kafasının içinden, yastığın altında kalan kafası geçiyordu. Başı büyüktü. Başından alınan bir eli, alıngan bir iç dünyasının sefere çıkmış atlıları vardı.
Atlılar yokuş yukarı çıkıyorlar, yastığın altına bakmayı ihmal ediyorlar, yastığın altında kalan kafayı istiyorlardı. Kafası iyiydi, sağlamdı.
Yastığı da düzeltti, soğuk yüzünü, kafasında bulunan yüzüne çevirdi. Yanak yanağa serinledi yüzü, kafasının. Yastığın yüzüne sıcaklık ve nefes değdi.
Yastık kafaya takılacak kadar mühim değildi, altındaki idi dert edilen. Elinin tersiyle itti yastığı, yastık sokaktakilerden birinin atının önünde durdu. At kişnemez gece vakti. Atlılardan birinin atı, gece vakti önüne düşen, düşerken duran yastığı gördü, kişnemedi.
Çok geçmeden huysuzlanmaya başlayacak gibi olduysa da, unuttu. Atlıların biri, önünde düşerken duran yastığa huysuzlanmayı unutan atın üzerindeydi. Üzerinde iken, altındaki huysuzlanmayı unutan at, her türlü kötü şartlara göğüs gererdi.
Elinin tersiyle itilip, düşerken atın önünde duran yastığı iten el gittikçe büyüdü, sağlam ve iri bir başın her yerine dokunabiliyor, başın alnındaki yazı da okunabiliyordu.
Kimseye ihtiyacı olmadan, göze meselâ, okuyabiliyordu ağırlaşan eller, alın yazısını.
Büyük ve sağlam da olsa, alnı geniş, kırışık ve sertti başının. Yastığın altında duracak gibi değildi.
Elinin başında, bir başına gezmesi tedirginliğini artıracak ve bu durumdan hoşnut olmayacaktı. Olmadı da. Sonra devam edecekti, niye hoşnut olmadığını bir süre dikkate almadı. Dikkat kesildi bıçak gibi ortadan. Bıçak keser gibi ya da.
Dikkat, karpuz gibi yarıldı, içinden kanlarıyla bir serinlik çıktı dışarı, kabuğunu kıran insanların acemi el ayak dolaşması gibiydi.
Atlılar, karpuz benzetmesine dikkat kesilmedi, dikkat zaten kesilmiş, ortada duruyordu. Yastık da henüz düşmemiş, kesilen dikkati bekliyordu huysuzlanmayı unutan atın önünde.
Dikkat, atlının önüne düşerken, atın yelesinin tam hizasında durdu. Elinin tersiyle itilen yastığın bir iki cümle üstünde.
Atlının dayanacak gücü kalmamıştı, huysuzlanmayı unutan atın üzerinde, atın üzengine bastığı ayağı da uyuşmuştu.
Kafasını yastığın altında unutan eller, pencereden aşağıya, atlının olmadığı bir yere baktı. Amacı atlının alın yazısını okumak gibiyse de, bunun imkansız olduğunu biliyordu. Dokunmadan alınyazısı okunur muydu? Denemeye değecek miydi? Üzengiye basan ayak, atın ayaklanmasıyla pencereden sarkan elleri gördü.
Ayakları ile görür atlılar.
Bunu bilmeyecek ne var?
Kim sükût etse güneş doğar dedi, atlıların en arkasında duran, olan bitenden haberi olmayan atlı, zayıf, çelimsiz ve büyücü gibi bakan gözleriyle. Gözünde ışıltı kalmış mıydı? Gece vakti belli olmaz diye sabahı bekledi, pencereden alın yazısı okumak için sarkan el.
Güneş dokunarak doğdu, duvarın arkasından.
Atlılar, eller ve yastık kayboldu, güneşin doğuşuyla, duvar da!
Baş yerinde duruyordu yalnızca. Pencere de yerinde duruyor, güneşin başın üstüne denk gelmesini kolluyordu.
Duvarı olmayan odanın penceresi gökyüzüne bakıyordu.
Arkada, olup bitenden bi’haber atlının gözlerinde ışıltı var mıydı, yok muydu öğrenilemedi!
M’S
13.02.’15