ODA TAMAMEN AYDINLIK
“Ödeyemeyeceksen ücretini defol, burası söğüt gölgesi ya da hayrat değil!” cümlesi uğulduyordu kafasında, başını alıp iki elinin arasına kıvranıyordu yatağında. Sırılsıklam olmuştu yastığı, kırış kırış çarşaflara takılan taşa vurduğu tırnağının acısı bile hafifletmiyordu uğultuyu.
Gülümsedi hiç yoktan yere. Tabi ya, dedi, seviliyorum ben.
Onca sıkıntı da üst üste gelmezdi ya!
Altından kalkabilirsem kul olacağım, kalkamazsam zaten kul olamamışım, insan olamamışım, sevilmemişim…
Saatine baktı, saatin kaç olduğunu öğrenmekten vazgeçip perdeyi hafif araladı, dışarı sokak lambaların yalancı aydınlığı ile ışıldıyordu. Hemen aklına birkaç arkadaşı geldi, gülümsedi.
Karşı duvara yoldan geçen bir arabanın ışığı değdi, odayı geçici bir süre aydınlattı, yine bir başka arkadaşı geldi aklına, yine gülümsedi.
Balkona çıktı, terliydi, terliyken soğuğa çıkma diyen anası geldi aklına o anda ay dolunaydı, hüzünlendi.
İçeri girip sırtına bir gocuk aldı. Sarıp sarmaladı kendini, narin bedeni titriyor tüyleri diken diken oluyordu, bir sigara yaktı, köşeye çekildi, rüzgâr bedenini yalıyor ve içine işliyordu, tüm azameti ile hissediyordu rüzgârın gücünü, gocuğunu daha bir sıkı sardı bedenine ve ısındı bir anda, aklına babası geldi, çekti içine sigarayı ve yarıya indirdi bir çekişte.
Emlakçıya uğradı sigara henüz bitmemişti.
Belediye ye ve elektrik kurumuna uğradı, çatı katından bir ev bulup yerleşti içine. İçi dardı evin ama daraltmıyordu, bir kulağından girip, diğer kulağından çıkmayan o ses geldi aklına. Paran yoksa…
Sigarası bitmişti, diğer arkadaşlarını uyandırmadan sessizce girdi yatağına, kafasından geçenleri duysalar hiçbir zaman uyku girmezdi gözlerine, bereket ki duyan olmadı.
Yastığı örttü kafasının üzerine, bedeni cayır cayır yanıyordu, yorgan da düşmüştü ranzadan, oralı olmadı.
Sayıklarım korkusuyla uyumak istemedi. Bir duyan olurdu Allah korusun.
Yanında sesli düşünebileceği kimsesinin olmamasına hiç bu kadar sevinmemişti.
Evini tutmuş, tüm rutin işleri halletmiş, içi rahattı. Donarak ve hiçbir şey hissetmeden ölen insanlar gibi daldı uykuya.
Rüyasında ırmaklar içinde yüzüyor, gül bahçelerinden güller deriyor, sıcacık yanan sobanın kenarında anası ile sohbet ediyordu. Sobanın üzerinde kaynayan çaydanlığın fokurdayıp üstüne sıçramasıyla uyandı.
Gün ağarmış vakit öğle olmuştu bile. Odanın tam anlamıyla ışımasına bakıp Yaradan’ını düşündü, gülümsedi.
O varsa sorun yok, dedi. Bak odamda aydınlanmış. Kalkıp elini yüzünü yıkadı ve yatağının kenarına iliştirilmiş bir not buldu. Notu arkadaşları yazmıştı:
“Biz seni çok merak ediyoruz, o adamın sözleri bizi de çok etkiledi, senin için kaygılanıyoruz, biz arkadaşın doğum gününe tepinmeye gidiyoruz, işlerini halledersen bize haber ver.”
Sokak lambalarına ağız dolusu küfür edecekti, odasının tam anlamıyla aydınlandığı gelince aklına vazgeçti.
İçinden, ne vefalı arkadaşlarım var, Allah kimseye nasip etmesin bunlardan, diye dua etti.
Arkadaşları da buna karşı görevlerini hakkıyla ifa edince, doğum gününde doyasıya eğlendiler, içtiler, sarhoş dolaş oldular, sabahlara kadar neler yapacaklarıyla ilgili planlar yaptılar, uykuya daldılar, gecenin kirleri örtecek saatini beklemeye koyuldular.
Eline telefonu alıp rehberindeki kişileri yoklamaya koyuldu. Gözü babasının numarasına takıldı en çok. Kardeşlerinin numaralarına da takıldı.
Gözü takılı kaldı bir boşluğa. Bakakaldı öyle saatlerce.
Kimseden hayır yoktu. Kimseden hayır olmaması için ettiği dualar geldi aklına. Aklına bin bir türlü şeyler geldi.
Gideceğim, ne olursa olsun o adama gideceğim, dedi.
Bu kararından hiçbir şey vazgeçiremedi. Kararını vermişti. Mutlaka gidecekti.
Ya odasının tamamının aydınlanması? Olsundu gidecekti. Gitmesi gerekiyordu. Denize düşen yılana sarılırdı.
“Abi” müsaitsen sana geleceğim.” Diye bir mesaj attı.
Mesajına anında, Müsaidim ama “abi” de ne demek oluyor, tabii ki gel, diye cevap geldi.
Kalktı, saçlarını taradı, makyajını yaptı, en güzel kıyafetlerinden bir tanesini giydi, çok şık duruyordu. Aynanın karşısına geçip, Allah’ım ne olur yardım et bu tatlı kıza, diye dua etti.
Yola koyuldu, yarım saat geçmeden o adamın yanına vardı, adam ofisini toplatmış, bir prenses ağırlayacak kıvama getirmiş, bunu bekliyordu.
Kapıdan girince hemen kalkıp hoş geldin, diyerek elini uzattı. Eli havada kaldı. “Abi” çok zor durumdayım, bana yardım etmeni isteyeceğim ve ilk fırsatta da ettiğin yardımların karşılığını, çalışıp ödeyeceğim, dedi.
-Senden geri ödemeni isteyen kim, hele bir otur, soluklan, ne gerekiyorsa yaparız, dedi adam.
Elini havada unuttuğunu düşünerek oturdu yerine.
Birkaç telefon görüşmesinden sonra, evi ayarladı, içine eşyaların yerleştirilmesi talimatını verdi ve anahtarı da işiniz bittikten sonra getirin, dedi.
Allah’ım kabul oldu dualarım, diye içinden mırıldanırken, ne içersin? Diye sordu adam.
Çay, dedi, çay içerim. Sıcak ve demli olsun.
Çaylarını içtiler, adamın gözü sürekli ellerine bakıyordu, elleri çok narin görünüyordu. İçi nasırlıydı oysa! Her gece birilerine tokat atmaktan nasır tutmuştu elleri. Bir sevgili yüzü okşasa, yüzünü tırmalıyor sanırlardı, bir bebek yüzü okşasa, bebek ağlardı, acıtırdı. O kadar nasırlıydı ellerinin içi.
Adam ellerine bakarak, kasayı açtı ve bir tomar para çıkarttı. Kıza uzattı. Bu senin okulu bitirene kadar işini görür, dedi.
Kız utana sıkıla aldı parayı, duaları kabul oluyordu.
Çantasına yerleştirirken, kafasından geçenleri kimse hayal bile edemezdi, kâbuslar görür gibiydi. Ahtapot sarmış gibiydi bedenini. Yüzü kıpkırmızı olmuş, elleri titriyordu, kalbi duracak sandı. Bayılıverdi oraya.
Adam hemen içeriden hizmetçi kadını çağırdı, eline, yüzüne kolonya sürdü kadın ve kız kendine geldi. İçerideki kanepeye yatırdılar bir süre sonra doktor geldi. Muayene etti ve birkaç ilaç yazıp, korkulacak bir şey yok, diyerek gitti.
Vakit akşam olmuştu. Kız hala orada oturuyor, adam işlerini takip ediyor ve kızın ellerine bakıyordu sürekli. Merak edip kız da bakmaya başladı ellerine, herhangi bir sonuca varamadı.
Ofise birkaç genç çocuk girdi, ellerinde anahtar vardı. Adam, kızı alın, evine götürün, talimatı verdi.
Eve gittiler.
Kızın hayal bile edemeyeceği bir evi vardı. Her odasını bir bir dolaştı. Harika, dedi.
İçinde eksik hiçbir şey yoktu.
Bu kadar kısa zamanda? Diye düşündü. Seviniyordu.
Kapı çaldı. Sevinci yarım kaldı.
Elleri titremeye başlamıştı.
Oracıkta yığılacaktı neredeyse. Duvardan tutunarak kapıya kadar vardı. Az önce kolonya ile ayıltan kadındı kapıdaki.
Bunu patron gönderdi, diyerek eline bir kâğıt verdi.
Kâğıtta:
Sen bana Allah’ın emanetisin, artık bundan böyle birbirimizi görmeyeceğiz, için rahat olsun, ben kalp hastasıyım, doktorlar çok az ömrümün kaldığını söylediler. Ahirette görüşmek üzere kardeşim. Yazıyordu.
M’S