Site icon Mustafa Süs'ün kişisel blogu

Ismarlama Ölen Kadın (Öykü)

Paylaş


Avucunda bir kuş vardı can çekişiyordu, kuşlar can çekişmez, sadece ölür bilirdim ben, kaç kez kuş ölümü gördüm, kendi ölümümü gördüm kaç kez. Kuşlar olmalıydı elinde, kuş vardı tek bir tane, can çekişiyordu ve avucundaydı.
Avuç içi kadar aydınlık vardı kocaman odada, oda karanlıktı, kararlılıkla ölmeyi yeğlemişti, temenni gibiydi ölümü, kimi taklit etti ki acaba?
Ölümler taklitlerinden çoğalırlar, kendi kendine olan ölümler, doğallığına paye biçilmemiş ölümler.
Kuş can çekişiyordu, direniyordu hatta bir saniye daha fazla yaşamanın ümidiyle. Oysa soğuktu elleri, öyle soğuktu ki, kuşun takati kalmamıştı. Ellerinden aldığı sıcaklık sona erirken, eriyip gitti ve devrildi kuşun açık gözleri.
Ölüm soğuk olmasa, ölüler soğuk olmasa kuş ölmeyecekti. Avuç içi kadar aydınlık da yetmedi kuşu ısıtmaya. Yetmedi doğal olmayan ölümler kuşu hayata tutundurmaya.
Oysa ilk zamanlarda her ikisi de sıcaktı, sıcaktan bunaldığım zamanlar olmuştu, sıcaklıklarından, ötüşlerinden, seslenişlerinden bunaldığım, sıkıldığım, haytalaştığım, hoyratlaştığım zamanlar olmuştu.
Kime niyet, kime kısmet ölümler vardı. Ölüme niyet edilmezdi doğru, kısmete niyet edilmezdi. Gelirdi kendiliğinden, ne zaman geleceğini kendi bile bilmezdi.
Sıradan olmasın ölümüm derdi, ölümü sıradan olmadı. Elinde bir kuşla, soğudukça bedeni, kuşu da öldürdüğünü ilk kez görüyordu insanoğlu, ben de ilk kez şahit oluyordum damarlarımın çekildiğine, yavaşça uyuşmaya başladığıma.
Kuş çırpınmıyordu, üşüdükçe uyuşuyor, ellerinin soğukluğuna bırakıyordu kendini, huzura kavuşma derdi vardı kuşun.  Ben arafta kalmış gibi, bir ayağımın dışarıda, üşüyen bedenimin teslim olmasına isyan eder olmama isyan etmeye başlamıştım. Diğer ayağımın içeride olması teslimiyetine isyan edecek halim kalmamıştı, hiç teslim olmama fiyakasının canı cehennemeydi.
Üşümek için beklemeliydim baharı, yazı beklemeliydim, en güzel ölüm baharda ölünendir diye bir yalan uydurmuştum, güzden kalma bir yalandı bu, pastırma yazıydı yanlış hatırlamıyorsam. Yapraklar düşmeye, kuşlar ötüşmeye üşeniyordu.
Her kuşun ölümü vardı lakin bir insan elinde, bir kadın elinde, doğal olmadığını sandığınız, ısmarlama ölen bir kadının elinde bir kuş ölüyordu, ötüşürken dalından düşmeye üşenen yapraklarla birlikte, habersizdi olacaklardan.
Olacaklardan haberi olan hiç kimse yoktu. Böyle bir ahengi vardı hayatın, herkesin hayatında böyle bir ahenk vardı ve herkes gelecekten, olacaktan haberdar olmak için okuyor, okuyor, okuyordu.
Okuduğu yerlerinden ok değsindi o tür insanların, yani!
Ben şimdi ısmarlama bir ölümün pençesinde kıvranmaktan yenik düşen bir kuşun ve kuşu sımsıkı tutan bir elin, yana devrilmiş gözlerin meftunu olmuş adeta efsunlanmıştım. Kımıldayamıyordum.
Kımıldatamıyordu diğer ayağıma vuran isyan.
Tek başıma, çaresiz kalmış, çarenin ne olduğunun farkında, usulca ölüyordum. Ne beni elinde sıkan, ne de sıktıkça üşüten bir el vardı, uyuşturan bir el.
Avuç içi kadar aydınlık bir odada, görmediğim bir çift göze vurulmuş, ısmarlama ölümüne kulak kesilmiş, nefesim kesilmiş titremeden, nümayiş yapmadan, etrafı ürkütmeden, yalnızlıklarımı tedirgin etmeden ölüyordum.
Öldürüyordum öncesinde.
Öldürdüklerimin ardından ölmenin fiyakası mı olurmuş? Öldürdükçe çoğalıyordu ölüm, ölümüm.
Kan kaybediyordu düşüncelerim, devasa nutuklar atmak yerine, noktası çok olan birkaç kelimelik cümleler biriktiriyordum.
Attığım okları bana geri döner endişesiyle içinde saklayıp, ısmarlama ölüme yatan, üstelik bir kuşu da beraberinde götüren bir kadının ardından, oksuz, kurşunsuz ölüyordum.
Kendime verdiğim tüm sözleri inkâr edercesine, inkâra meyledercesine, isyanı seyredercesine ölüyordum.
İçimi acıtıyordu oklar, öyle derine işliyorlardı ki, düşecek halim kalmamıştı. Kendi attığım geri dönmemesi için saklanan oklar.
İliklerime kadar ölüyordum işte. Kim güler ki ölüme?
Gülüyordum ölüme, ölümüme!
M’S


Paylaş
Exit mobile version