Site icon Mustafa Süs'ün kişisel blogu

İĞNE (Öykü)

Paylaş

İĞNE (Öykü)
Nefesi içine çekince mi ölmeli insan yoksa dışarı verince mi?
Bir soluk az bedel ödemek için çektiğin nefes içinde kalsa almış oluyorsun zaten.
Dışarı versen, karbondioksitinle havayı kirletiyorsun!
Ama hikaye yarım kalmalı tüm olanlara rağmen.
Ne olursa olsun yarım kalmalı hikâye!
Kimsenin devamını getirmeyeceği yarım hayatlar yaşanmalı. Hikayenin yarıda kaldığını da bilmemeli insanlar, devamını getirmek isteyenler özellikle.
Yaşamak ayrı tabi. Tamamını yaşa hayatının, kimsenin devamını getirme düşüncesi olamaz senin tamamını yaşamak istediğin hayatının…
Yarım kalan çayını tepesine dikmeye tenezzül etmez kimse, o yüzden çayını bitireceksin.
Bitirmesen bile kalanında kimsenin gözü olmadığını bileceksin. Bulaşık bir hayatın olmayacak.
”Tam yaşam” felsefesine göre yaşamak istiyorsan da, bardağı yeniden doldurup birlikte içeceksin, hayatının kalan kısmını.
Ama hikâye öyle mi ya?
Başına buyruk kelimeleri dağıtacaksın insanların gözlerinin önüne.
Hem iş olur onlara da!
El yordamıyla yüzeleyecek kimisi, kimisi paçaları sıvayıp dalacak içine.
Alnının teri düşecek hasadın tam ortasına. Bereketli kazançlar edinecekler.
Elime battı kelimenin teki diye şikayette bulunanlar oldu geçenlerde.
Eline batıracak ne yaptın kim bilir? Dedim, yargılamadan asmayı şiar edinen bir öğretmen edasıyla.
Sorup soruşturdum, ondan başka kaç kişinin daha eline daha batmış? Çıkmadı hiç kimse…
Elin kanadı mı? Dedim.
Hemen bıraktım, derine nüfuz etmesine fırsat vermedim, canım çok yandı, dedi.
Etkisinden çıkamamış, ben onun yalancısıyım.
Hangi kelimenin battığını söylememi ister misin? dedi.
Sanki kelime benim ya da babamın malı…
Ben de herkes gibi birkaç yüz kelimenin etrafında akbaba misali dolaşıp duruyorum.
Yemeği önüme getirmişler, yesem kalkacağım sofradan.
Yiyorum ama kalkamıyorum. Kelimeler bakıyor yüzüme. Doymadın abi sen diyorlar. Ağlarız ardından…
Peki söyle bakalım, hangi kelime bu ellerine batan?
İğne, demesin mi?
Güler misin, döver misin?
Filmin birinden çaldığım bir replikle karşılık veriyorum.
”Allah aşkına reis, sen benimle eğleniyor musun?”
Evet, iğne dedi. Batmaz mı?
İğneleme varsa cümlede sorun etmeyeceğim ama düz mantıkla iğne kelimesi nasıl batar ki?
İğne ile iğne kelimesi farklı şeyler.
Kafamı çalıştırmak için ellerine baktım. Elleri kafamı durduruyor, çalışmasına mani oluyordu üstelik!
İğne kelimesini hem nereye serpiştirdim onu bile bilmiyorum.
Elleri güzeldi.
Yarım bırakılmış bir hikayeyi tamamlamayı haketmeyecek kadar güzeldi elleri.
Parmakları da vardı.
İğnenin battığı yeri göstermesini bekledim.
İğne değil batan anlamıyorsun, diye çıkıştı bana. İğne kelimesi battı, diye öfkelendi.
Babam olsaydı, öykelendi derdi. Çocukken öykülendi anlardım onu…
Öykü? Ne hoş bir kelime ve öykülenmek de öyle…
Öykünmek de değil üstelik.
Özgün, kendine has bir kelime.
Sırnaşmıyor öykünmek gibi.
Ellerin güzel dedim. Parmakların da var. Sen uzak dur hikayeden. Öykelenme hemen, alt tarafı iğne battı, hemen kaşlarını çatınca, alt tarafı iğne kelimesi battı dedim.
Öykülenmesini istiyor ama bunu diyemiyordum.
O hikayeye adamış kendini, yarım kalmış hikayenin, iliştirilmiş kahramanı olmak istiyor.
Yedirir miyim ben!
Öyle güzel ellerini bol iğneli bir hikayeye batırıp, elini bana, elini kana bular mıyım?
Ellerim balon dedi.
Durdum yüzüne bakacak oldumsa da vazgeçtim. Ellerinden yüzüne fırsat olmamıştı. ‘Ağaçlardan orman görünmüyordu’ yani.
Elleri balon olana benim her kelimem batardı oysa.
Balonun içinde, içime çektiğim hava vardı.
Yarım bırakılmış bir hikayenin, dile gelmemiş soytarı gerçekleri vardı.
Yazılmamış bir öykünün kahramanıydın şimdi sen. Öykelenme dedim ona.
Öykülendi.
M’S
03.23
04.06.’15


Paylaş
Exit mobile version