Hoş gittin bapız (Hikâye)
Hoş Gittin Bapız (Hikâye)
”Guzum ebenin gözleri Hafız dayının hasretine dayanamadığı için ağlaya ağlaya kör oldu.”
Hafız olsun diye küçük yaşta köyden İstanbul’a giden ve orada da kalan dayım…
Hafız İrbeyim olarak bilinir kendisi köyde…
Kaç yaşında çıktığını bilmiyorum ama gidiş o gidiş olmuş İlkokulu bitirdikten sonra zahir…
Gittiği yerde beğenmişler dayımı kızlarını verip evlendirmişler, artık temelli İstanbullu olmuş…
Ebem köyde kahrından ağlaya ağlaya gözlerinden olmuş.
Bizim köyde köy dışından kız alınmaz, köy dışına da kız verilmezdi öyle bilinirdi.
Dayım o adetin istisnası olmuş…
Biz çocukken köye gelirlerdi senede bir kez.
Bir oğlu vardı. Bir evin bir oğlu derdik.
Yengem öyle üstüne düşerdi ki gözünden gözüne inanmazdı.
Oldukça zeki bir çocuk derlerdi.
Boğaziçi Üniversitesini kazanmıştı, okulu bitiremeden bıraktı, münzevi bir hayat yaşamaya başladı.
Sonra evden de çıkmadı.
Köye geldiklerinde hemen giderdik yanlarına. Öteki dayımlarda kalırdı. İstanbul’dan gelen hediye falan getirirdi öyle ya…
Çocuk aklı işte. Seksen 4 yeğen var hangisine ne getirecekse.
Lanet olasıca yokluk. Dışarıdan gelenin eline baktıran yokluk.
Eskiden insanlar varlıklıydı makarna, şeker çuvalla alınırdı diyenler benim yanımda konuşmazlar inşallah öyle.
Senede birkaç kez şehre giden mecbur çuval ile alacak, yarım kilo mu alacaktı şekeri?
Şehirden gelen bir şey getirmez ise biz de biraz televizyon izler dönerdik.
Bir keresinde hiç unutmam…
Dayım gelmiş onun yanına gitmiştik bir sürü yeğen… Ev tıklım tıklım dolu.
Evin hanımı ne düşünürdü kim bilir onca horantaya.
Evin hanımı deyince aklıma geldi, bizde dayının ve emminin eşlerine cice denir.
Şehirdeki dayımın hanımına yenge deriz.
Niye? Cice köylüce ya, ayıp olmasın diye.
Oysa sonra öğrendik ki, dıştan geldiği için geline ”cici gelin” anlamında cice denirmiş. Normalde yengeden daha hoş ama işte bilirsiniz köylünün giydiği kazağı bile giymez şehre köyden gidenler. Köylüye benzememek için.
Ben de inadına kendini şehirli zanneden yengelere cice derdim.
Cicem bize çay dağıtırken köylü bir emmi geldi oldukça yaşlı, konuşması da normal değil dili biraz tat.
Hoş geldin bapız dedi.
Biz de çocuk aklı it aklı işte, hafız diyemedi de bapız dedi diye gülmüştük.
Sonra dilimize pelesenk oldu her gelene hoş geldin bapız der gülerdik. Zaten bende bir abla var, gülecek yer arar keyfi yerinde iken ve bu hikayeyi o anlatsa gülmekten anlatamaz.
Bu sabah telefona acı bir mesaj düştü.
Aile fertlerinden biri zamansız arar veya mesaj gönderirse ne olduğu az çok belli oluyor.
Büyük abimden bir mesaj:
”Hafız dayım vefat etti Ali.”
Köye mi gidecek cenaze, İstanbul’da mı defnedilecek?
İstanbul’da yaşamış, köyden çıktıktan sonra köye birkaç senede bir uğramış insanın cenazesi köye gider mi?
Eşi de kendisinden önce vefat etmişti, onun da olduğu aile kabristanına defnedildi.
Üzerine toprak atarken geçmişi düşüne düşüne kafayı yiyecek gibi oldum.
Yurdundan yuvasından ayrılmış, anasından ve tüm kardeşlerinden uzakta yaşamış bir insan…
Gülmüş müdür yaşarken arada sırada onu merak ettim.
Gülse ne olacak ki, güldürmedikten sonra…
Köyde yaşayan köyde gülmüyor şehre giden şehirde gülmüyor ama hepsi sonunda ölüyor.
Dün bir arkadaşım yazılarıma bakarak, ”Ölümü ne kadar içselleştirmişsin korkuyorum senden.” demişti.
Evet ama korkulacak bi’şey yok, ölüm işte. Ötesi de yok berisi de yok.
Bapız dayımı gönderdik öteki tarafa.
Ne zaman köyden çıksam anam hafız dayınız gibi gidiyorsunuz, ağlaya ağlaya kör edeceksiniz, derdi.
Ağlaya ağlaya öleceğiz işte…
M’S