FUTBOLUN BANA KAZANDIRDIĞI! (Öykü)
Hiç unutmam, üniversite üçüncü sınıfın sonlarıydı.
Yazın inşaatlarda amelelik yaparken biriktirdiğim parayla otuz küsür ekran renkli olup olmadığı belli olmayan bir televizyon almıştım.
O zamanlar bile televizyonun işe yarar bir alet olmadığını bildiğim halde çocuklar komşuya gitmesin diye almıştım mereti. Çocuklar dediğim de, Yetiş, Eşref, Halil ve yurtta kalıp yurttan çok bizim evde kalan diğer çocuklar.
Hakkını yemeyeyim, Eşref pek izlemezdi.
Ben, hem izlemez hem de benim odada bulundururdum televizyonu, o kadar para verdik değil mi ama?
İzlerken kimi oturumuna gelir, kimi sabah ola hayrola derdi de bunların ne anlama geldiğini okuyanlar pek bilmez.
Ben odaya girer müzik açar kitap okumaya başlardım, bir başkası girer televizyon açardı. Ve hemen bana müziği kapat derlerdi.
Len oğlum ben sizin televizyon izlemenize bir şey diyor muyum buyurun izleyin desem de, anlayamıyoruz müzik sesinden diye itiraz ederlerdi.
İşte o zaman evde müthiş bir kavga başlardı.
Müzik dinlemek değil de televizyon izlemek herkesin ortak kararı olduğu için ben haksız ilan edilirdim.
Her konuda objektif karar veren Eşref bile beni haksız görürdü…
Demokrasiden nefret ederdim de o günlerde daha çok nefret etmiştim.
Düşünsenize, televizyon izleyen güruh müzik dinleyen, kitap okuyana hükmediyor…
Zeytinyağı meselesine gelince tabi ben içten içe hep haklıydım.
Bu kadar girizgâhtan sonra asıl mevzuya dönelim.
Yaz tatiline yaklaştığımız günlerdi, ikinci lig maçları vardı, iğne atsan yere düşmeyecek şekilde ev de tribünler de tıklım tıklım doluydu.
Yurttan eve gelirken elimiz boş gelmeyelim de çekirdek getirelim diyen arkadaşlara, n’olur eliniz boş gelin,
Eli doluya da eli boşa da buyur ağa diyeceğim, siz gittikten sonra odayı temizlemek çok iğrenç oluyor, desem de illâ çekirdek gelirdi.
Ben gene müziği açıp kitap okumaya başladım bunlar da maç izlemeye…
Kitabı da müziği de bir kenara bırakıp maç izleyenleri izlemeye koyuldum…
Küfürler, alkışlar, hakaretler havada uçuşuyor.
Maç yapanların, maç esnasında şike yapanların, maç öncesi ve sonrası takımını satanların bizim ekipten zerre haberi yok.
Onlar sanıyorlar ki, hakkaniyet ölçüsünde maç oynanıyor ve bizim saflar da taraf tutuyor.
Bu arada, lise yıllarında öyle bir takım tutardım ki, beni çok seven (!) abim benden nefret ederdi aynı takımı tuttuğumuz halde.
Biriktirdiğim harçlıkla gider kimsenin almaya cesaret edemediği takım dergisini satın alırdım.
Eldiven, şapka, forma, futbol topu hepsi tuttuğum takımın renklerinden oluşur, yiyecek ekmek bulamaz ama ilçeye gecenin bir vakti maç izlemeye giderdim.
Abilerden, hocalardan biri bana,
Bırak bu boş işleri falan dedikçe kafayı yerdim, siz bu zevki nereden bileceksiniz, deyip karşı çıkardım.
O gün evde o arkadaşları maç izlerken izleyip futboldan da, maçlardan da nefret ettim.
Nefret bu burada biter mi?
Çok değer verdiğim arkadaşların oğlan ve kız çocuklarıyla stadlara gidip maç izlemeleri beni hep hayrete düşürdü. O küfürleri çocuklarının duymasına nasıl tahammül ederlerdi?
Sonra Pensilvanya ayısının takımları dizayn etmesi, şike olaylarının ayyuka çıkması beni hep haklı çıkardı.
Bir keresinde de bir kulüp, sezon açılışı için büyük bir otele akşam yemeğine davet etmişti, gittiğimde yemekte yemekten çok rakı görünce bir kez daha stada maç izlemeye gidenlerin parasıyla alınan rakıları düşündüm.
Yemeğe oturmadık tabi kalkıp hemen gittik de, yemekten sonra futbolcu ve katılımcıların nasıl eğlendiğini anlatmaya gerek yok…
Hadi bu parasını gönüllü bir şekilde veren saf müslümanlara diyecek laf bulamıyorum da,
Trilyonluk paraların döndüğü bu iğrenç organizasyonlarda görev alan polislerimiz, askerlerimiz…
Hem de devletin emriyle!
Hatırlarsanız bir ara onlarca şehit vermiştik maçın birinde…
Bugüne dek futbolla ilgili duyduğum en hoş hareket,
Haksız yere penaltı verilen bir takımın futbolcusu penaltıyı taca atmıştı, başka varsa da bilmiyorum…
Benim gibi düşünmek ve benim gibi nefret etmek zorunda değilsiniz tabi.
Ama şu maç sonuçlarına göre sevinen ve üzülen insanların haline gülmeme de kimse karışmasın.
Çay varsa içelim…
M’S