ESKİYEN YÜZ (Öykü)
“Bir kadının en önce yüzü eskir.” Diye bir cümle duymuştu. O sırada aynaya bakmıyor yüzünü de merak etmiyordu.
Kafası bir hayli meşgul, neyi düşündüğünün bile farkında değildi.
Yeni seçilmiş ve acemi bir belediye başkanı gibi, tüm işleri, tüm sorunları bir gecede çözmeyi umuyor ve Arap saçına dönmüş sorunlarını bir gecede sıcak yatağında çözemeyeceğini de bildiğinden kendini yiyip bitiriyordu.
Kalkıp camı açtı, buz gibi bir hava vardı içeriye soğuktan önce ay ışığı girmiş, ardından da hiç beklemeden aceleyle davet edilmiş gibi soğuk bir hava girdi.
Üşümek istiyordu, alabildiğine üşümek. İyi geleceğini umut ediyordu üşümenin. Saçlarını geriye doğru atmadan, saçlarının arasından aya baktı. Yüzü eskimeye yüz tutmuş gibi sersemledi.
Üzerinde ince ama zarif olmayan bir gece elbisesi vardı. İçine alıyordu soğuğu. Soğuk içine işlememekte ısrarlıydı.
Vücudu kendiliğinden gevşer diye bir sigara yaktı. Öyle gergindi ki, sigara değil, soğuk değil, ay ışığı değil, hiçbir şeyin gücü yetmezdi vücudundaki gerginliği yok etmeye.
Yüzünün eskiyeceğini düşünmekten kendisini alıkoydu.
Gersin geri yatağına uzandı tam bitirmeden sigarasını.
Pencereyi kapatırken dünyanın kapılarını üzerine kilitlemiş gibi rahatladı.
Rahatlamakla gerginliği yok etmek aynı şeyler değildi.
Uzandı derin bir uyku çekmek, deliksiz uyumak istiyordu.
Başını yastığın altına koydu, kalbinin tik-takları nefesinin hızıyla adeta yarış ediyordu.
En çok da neye kaygılandığını bilmemek tedirgin ediyordu, dudaklarından dökülen dualara bile anlam yükleyemeden daldı gitti.
Koyu karanlık gecenin kollarına kendisini, uykunun dibine de hayallerini, karmaşasını, bilinmezliğini bıraktı.
Rüyasında kömür madeninde bir işçi olarak çalıştığını gördü. İşe bin bir zahmet ve ricayla alınmış bir işçi. Herkes kömür taşıyor yerin yedi kat altında bu ise elinde ayna yüzüne bakıyordu. Şefin; hanımefendi, sizi buraya gönderen kişi karnınız doysun diye gönderdi siz ise başka havalardasınız! Uyarısıyla uykusundan uyandı.
Ne işim olur benim kömür madeninde, hayırdır inşallah diyerek gülümsedi.
Kalkıp ışığı yaktı ve hemen aynanın karşısına geçti. Yüzünde hiç eskime yoktu.
Çizgi dahi yoktu, alnında belirmesi gereken kırışıklıklar bile yoktu.
Elini yüzüne götürdü, dudaklarına dokundu. Sanki ruj varmış gibi kırmızıydı dudakları. Doğuştan gelen bir güzellik.
Tüm güzelliğinin heba olacağını hesaba katmadan elini, yüzünü yıkadı.
Başucunda duran ve günlerdir okunmayı bekleyen kitabını alıp yatağına uzandı tekrar, daha on dakika geçmeden daldı uykuya ve okuduğundan da tek bir cümle bile anlamamıştı.
O gün öğleye kadar uyudu.
Uyurken seyreden biri olsaydı yanında, sanki uyumuyor da birileriyle mücadele ediyor gibiydi. Sürekli bir şeyler sayıklıyor, sağa sola dönüyor, yüzünden önce yatağı eskitiyordu.
Sanki dünyayı sırtlamış da yokuş çıkıyormuş gibi, kan ter içinde uyandı. Kalkıp yeniden aynanın karşısına geçmiş, benim kömür madeninde ne işim olur diye söylenerek vücudunu seyrediyordu. Ona göre dipdiri vücudu vardı. Baştan ayağı kendisini süzüyor, orasını burasını okşuyordu.
Kahvaltı hazırlamak onun için dünyanın en meşakkatli işlerinden birisi olduğu için, hemen telefona sarılıp arkadaşına kahvaltıya geleceğini söyledi. Aldığı olumsuz yanıt onu yıldırmadı hemen bir diğerine telefon açtı. Ondan da olumsuz yanıt alınca fazla üstelemedi.
Mutfağa gidip bişeyler atıştırdı. Kendisini dinç hissediyordu. Olumsuz yanıt veren arkadaşlarına da demediğini bırakmıyordu.
Tam o esnada kapı çaldı ve az önce aradığı iki arkadaşı ellerinde poşetlerle kapıda göründü. Kıkır kıkır gülüyorlardı.
Öyle ya, hep onlara gidip de kahvaltı hazırlama olayını beleşe getirmek olmazdı, hadi bakalım dediler, göster hünerini.
Ağzından bilinçli bir şekilde çıkan küfürlere iki kız da aldırmadı. İçten içe gülüp dalga geçiyorlar, bu sinirden patlıyordu.
Kahvaltıyı hazırlayıp, zıkkımın kökünü yiyin, diyerek çaylarını doldurmaya başladı. Gece gördüğü rüyayı anlattıkça, kızlar katıla katıla gülüyorlar, sen uçmuşsun yavrum, diyorlardı.
O, kızların yüzünü inceliyordu bir yandan, bir yandan da hangisinin yüzü daha önce eskiyecek onu düşünüyordu.
Sonra birden damdan düşer gibi, kadınların en önce yüzü eskirmiş, dedi.
Kızların şaşırmasına fırsat vermeden, kömür ocağındaki buna bağıran şefin çok yakışıklı olduğundan söz etti.
Yerin yedi kat altında, yüzü simsiyah olan ve karanlıkta seçemediği şefin yakışıklı olduğunu nasıl anladığını sormalarına izin vermedi kızların.
Evet, dedi. Yakışıklıydı.
Eline bir kalem, kâğıt aldı, adamın yüzünü çizdi, yüzünde kırışıklıklar, vardı. Saçı sakalı ağarmış, genç yaşına rağmen çökmüş olan yüzünü resmetti.
Kızlar birbirine bakarak, ne diyeceklerini bilemez halde, kâğıttaki kendi çizdiği hayali karakterin resmine alık alık bakan bu kadını inceliyorlar, susuyorlardı.
En çok da bağırması ve bunu uyarması yakışıklı olduğunun kanıtıydı.
Bunu duyan kızlar kahkaha attılar, kalk bize çay doldur, misafire hiç de hürmetli davranmıyorsun, diye dalga geçtiler.
O eline bir başka kâğıt alıp, simsiyah olan yüzünü temizleyerek ve kırışıklığını gidererek yeni bir resim çizdi.
Bakın dedi, ne kadar da yakışıklı.
Bağırmasını ve onu uyarmasını da ekledi. Yakışıklıydı işte.
Ve bir an önce yüzünün eskiyip, onun yüzüne benzemesi için dua etti.
O hayali bir rüya kahramanı kendisi ise gerçekti.
Hayali rüya kahramanına ulaşmak için, kızlara:
Siz yeni bir çay yapın geliyorum ben, diyerek çıktı evden.
Üçüncü sayfa haberlerinden öğrendiler kızlar arkadaşının durumunu:
Kömür ocağına ne için girdiği bilinmeyen bir genç kız ocağın tünelinden içeri girince, havalandırma sistemine zarar verip tüm işçilerle birlikte havasızlıktan ölü bulundu!
mustafasus@hotmail.com
www.mustafasus.com