Site icon Mustafa Süs'ün kişisel blogu

ESKİ ÇARIKLAR (Öykü)

Paylaş

ESKİ ÇARIKLAR
Sizin yaşamak için verdiğiniz mücadeleyi ben ölmek için veriyorum, oturduğum yerden, dedi kadın.
Kadının bu sözüne hiç kimse aldırış etmedi, görmediler o söylerken, duyan da olmadı, içinden söylemişti. İçinden geçenleri sesli düşünmezdi, düşünden geçenleri de söylemezdi. Susardı gün boyu, geceler boyu avazı çıktığı kadar bağırmasına karşın.
Geceleri ruhuna mesken edinmişti, elinde kalemi, dilinde kelamı, bağırır, bağırır, bağırırdı… Kimse duysun istemezdi bağırırken.

Bir keresinde yine kalabalık bir ortamda, gecenin ıssızlığında, sessizliğinde tüm dost gibi görünenlerin, herkesin kulakları kapalıyken, mil çekilmişken gözlerine, “hepinizden nefret ediyorum” dedi.
Duydular!
Kulak kesildiler. Ellerinde birer kılıç, kestiler kadını ortasından. Delik deşik ettiler. Nefretinin bedelini ödesin, dediler. Ödettiler. Güya!
Yetinmedi kadın:
Hiçbirinizin hayatını, yaşadıklarını, samimiyetini ve şüphelerini merak etmiyorum, dedi.
Sen misin bunu diyen?
Her kadının içinde ukdeydi oysa bir başkasının yaşamı, hele bir kadının… Zenginliği de merak konusuydu, günahları da, samimiyeti de!
Şaşırıp kaldılar. Kendilerinin kadınlığından şüpheye düşecekleri yerde, insanlığından yani, karşılarına alıp, bu kadının kadınlığından düştüler şüpheye, insanlığı aklılarına bile gelmedi.
En çok da sevaplarını merak etmiyorlardı, iyiliklerini, güzelliklerini merak etmiyorlardı hatta bu onları hiç mi hiç ilgilendirmiyordu.
Bağırırken kimse duymuyor ama düşünürken neden herkes kulak kesiliyor ki sözlerime, diye düşünmeye başlamıştı ki o an tüm dostlar alışverişe çıkmıştı. Yüzlerindeki kirlerini saklayan makyajlarını göze sokmak için.
Tam o esnada bir yağmur alıp başını, umudu yeşertecek olan yorgun bulutlardan inmeye başlamıştı, kir örten makyaj suratlı kadınların yüzüne.
Bizimkisi evde kalmıştı onlar giderken alışverişe, kimseye gösterecek yüksek topuklu hayalleri yoktu, kir olmadığı için yüzünde, makyaja da gerek yoktu, makyaj yoksa alışverişe de gerek yoktu, eksiği çoktu ama! Tam takırdı hayalleri, gerçekleşmeyeceğini bilecek kadar da emindi kendinden, duygularından emindi. Çarşıda satılmaz, satılsa alınmazdı, ödeyecek hiçbir bedeli kalmamıştı, ne varsa haciz gelmişti elindeki avucundaki bedellere.
Bir mum yaktı güpegündüz, pencereden vuran güneş ışığının altına. Ortamda biriken kir kokularını dağıtır umuduyla. Mum yanıyor, kadın eriyordu. Güneş aydınlatıyor, kadın gömülüyordu karanlığa.
Aynanın karşısına geçti sonra, kendisine bakmaya mecali olmadığı, kesif duygular barındırdığı bir anda. Aynanın diğer adını “muhasebe” koyduğu günden beri, sevmezdi ayna karşısına geçmeyi. Her baktığında ne kadar kötü yanı varsa, yan yana dizilir, üstüne üstüne gelirdi, üstesinden gelecek kadar da asaletli bir bakış açısı, sıradışı bir sorun çözme yeteneği yoktu.
Oysa herkes tam tersini düşünürdü. Herkes tam tersini düşünürken, kadın, oturur kendini düşünürdü.
En çok da saçlarını düşünürdü. Erkenden oynamıştı saçlarının geleceği ile. Saçlarını eliyle şöyle bir geriye attı, seyrelmiş, ağarmıştı, gün gibi ortadaydı her şey. İçinden çıkmaya çalışsa, bataklıkta çırpınan insan misali, çırpındıkça batıyor, battıkça daha bir güçlenmiyordu kolları. Her şeyi batıyordu insanlara, sözleri bile, sessizce düşündüğü sözleri.
Alışverişe gidenler de dönmediler bir türlü, merak yeteneğini yitiren kadın, pencerenin önünden karşı ağaçta kanat çırpan bir kuşun kanatlarını neden çırptığını düşünmeye koyuldu.
Kalkıp yola koyuldu, eskimiş çarıklarını ayakkabı niyetine ayağına takıp, gözyaşlarıyla yüzüne silinmez makyaj yapıp, koyuldu yola. Alışverişe çıkmasa da göreceklerdi dostları onu.
Ayaklarına giydiği eskimiş çarık daha hızlı yol almasına, daha keskin bakışlarla etrafı gözlemesine yardımcı oluyordu. Çarıktı bu, kolay değil, nerelerde eskitmişti onu.
Yolda gördüğü çukura bilerek düşerdi bazen o çarıklarıyla, çarıkları onu bilerek düşürürdü. İnsanlar biraz da gülsün halime, sevinsinler düştüğüme, diye geçirirdi içinden.
Merhamet edenlerin göreceği zaman çıkardı hemen çukurdan, kızılcık şerbeti ikram ederdi etrafındakilere. Çarıkları boş yere eskitmemişti.
Dostlarını aramaya koyuldu. Çarıklarıyla.
Onu çarıklarıyla gören dostları birden sinirlendiler, transparan karakterlerinden şüpheye düşüp, bayılacaklardı neredeyse.
Çarıklardan nefret ederlerdi, özellikle bu kadının giydiği çarıklardan. Eskimiş olanlardan yani.
Ona kaç defa yeni çarık almayı, alıp hediye etmeyi teklif ettiler ama bizimkisi hiç yüz vermedi. Onlara yüz vermeye değmezdi, yüz vermeye gelmezdi onlar.
Oysa hiç laf etmezdi onlara, hiç acımaz, yargılamaz, hatta bazen utana sıkıla, değer bile verirdi onlara.
Sizi merak ettim, dedi. Geç kaldınız. Biliyordu neden geç kaldıklarını.
Sen merak eder miydin? Dediler koro halinde, bakışlarıyla, dudak bükerek.
Dudakları bükülü kaldı çarıklarına bakarken. Eskiydi çarıkları. Hangi yolarda eskidiyse artık, baka kaldılar.
Topuklu ve taptazeydi kendilerinin ayakkabıları. Hiç çamura bulaşmamış, parlıyordu yüzleri gibi. İçinde çarık eskitmeye cesareti olmayan ayaklarıyla takıldılar peşine.
Kul olmak acizlik, isyan etmek fiyakalıydı onlar için.
M’S


Paylaş
Exit mobile version