ÇOK GÖRME HÜZÜNLERİ (Öykü)
Bir söz bitişi gibi son buldu sevinçler, mısrasını tekrarlayıp durdu gün boyu.
Son bulmasını istediği bir şeyler vardı belliydi, son bulmamasını istediği şeylerin olduğu gibi.
Akıp giden ırmağa salmış ayaklarını, dalıp dalıp gidiyordu gözleri…
Eline kalem ve kâğıt, sayfalar dolusu methiye yazdı ölüme, sayfalar dolusu attı akıp gidennehire.
Yaşamaya daldı bir ara, yaşadıkça hırçınlaştı, hırçınlaşan nehrin suları gibi.
Yaşamaya yazdığı methiyeleri de sayfalar dolusu attı suya.
Bir umut vardı, bir sevinç, içinde! Yaşamaya dair… Yenemedi bunu, söküp atmak istedi içinden, beceremedi.
Aslında çok istediği ölüm, korkutuyordu içten içe. Oysa o kadar cesur sözlerle meydan okuyordu ki ölüme, bir bir kopardı sayfalarını ölümün.
Geride bıraktıkları değildi ölümden korkutan onu, geriye baktıkları değil.
Bir şeyler kıpırdamıştı içinde, anlam veremiyordu, hani aniden bir gülümseme gelir ya dudaklara, neye güldüğünü bilmezsin. Hemen asılsa da suratın bir kıpırdama başlamıştır, geri dönüşü yoktur bunun, yaydan çıkmıştır ok.
Ayaklarını serinletirken suda, sanki ruhuna da bir serinlik gelmiştir, yakıp yıkan ölümsel düşleri bertaraf edercesine bir serinliktir bu.
Birden bire topraktan fışkıran güller değil, etrafı çepe çevre saran bahar hiç değil.
Umut ışığı bu, tanımsız, anlamlı.
Çok uzaklardan da görünse tünelin ucundaki ışığı fark etmişti.
Ya dedi sonra ya yinehayal ise gördüğüm, ya yine kâbusların başlangıcıysa? Buna inanası geldi, hatta inanmak için uğraştı, bu melankoli hoşuna da gidiyordu, hep bir karamsarlık ve hep karanlığın serüveni.
Ne kadar çaba sarf ettiyse de kabullenemedi bu kör karanlığı, kâbuslar değildi başlangıç, vardı bir şey.
Anlamlıydı.
Ama tanımsız.
En çok da tanımsız olması gitti hoşuna. Tanımlamak için yıllar vardı önünde, asırlar vardı. Belki de bu uğurda savaş verecekti artık. Tünelin ucundaki belirsiz ışığı tanımlama savaşı. İçinde kıpırdayan şeyin yüzünü belirginleştirme savaşı.
Bir bir yitirmişti değerlerini, nereye tutunduysa elinde kalmıştı. Elinde kalanları da az önce atmıştı akıp giden suya.
Attıkça çoğaldı içindeki sevinç, karanlığına doğan ışık.
Elleriyle yokladı hüzünleri, hepsi yerli yerinde duruyordu. Hayata bağlayan bağlar kalbinden geçiyor, ilmek ilmek acıtıyordu içini.
Sudaki aksini gördü, yalpalanıyordu yüzü.
Belirgin halde duran hüzünlere sarıldı en çok.
Onları bir bir ezberledi el yordamıyla.
Attıkça elinde kalanları suya, hüzünleri daha çok bereketlendi. Hüzünlerin aslıydı ayakta tutan onu, gölgesi değil.
Bir onlara kıyamadı atmadı suya.
Sevgisizliğe de aldırmamaya başlamıştı artık.
Hüzünleri daha çok seviyordu, bebek yüzlüydü hüzünler, hayaletler gibi ruhunu kemiren sevinçlerden uzak durmasını öğütledi sudaki aksine ve yalpalanmayı sürdürdü yansıması.
Çok görmedi kendine kendi hüzünlerini…
Çok görünmedi o günden sonra…
M’S
25 Mart 2009