BİR ÖLÜNÜN MİRASI (Öykü)
Yaşamak için o kadar güçlüydüm ki, ölmeye mecalim yoktu.
Ölüm her aklıma geldiğinde gözlerim faltaşı gibi açılır, ayaklarıma kaygısız bir derman inerdi.
Hiç işim yoksa bile kalkar bahçedeki çiçekleri koparırdım dalından.
Sebzelerin dibinde biten ayrık otlarını yolar, tohumunu komşunun bahçesine atardım.
Köpeğim kuyruğunu sallarken bilirdim ki aç. Yanında başkalarının köpeği varsa, hemen kendi köpeğime ekmek verirdim.
Ölüm benim için yaşama sevinci olmuştur her zaman.
Zaman zaman ölmeyi istediğim de olurdu. Çok sevdiğim bir dostum başarılı olunca meselâ. Asla başaramaz dediğim şeyleri gözümün önünde başardığı zamanlar elime fener alır Azrail aramaya giderdim.
Silah tüccarı olmuştum bir keresinde, rüyamda. Dünyada ne kadar mazlum varsa hepsini doyuracak kadar param vardı. Ekmek versem gene isteyecekler diye düşünüp, sürünmelerine, acı çekmelerine dayanamayıp, o mazlumları önce ikiye ayırdım, sonra aralarında kavga çıkarıp her ikisine de silah sattım.
Onlar ölürken ölüm beni daha da güçlendirdi. Geride kalanlara bakıp acı çektiğim doğru.
Neyse ki rüya idi, gördüğüm!
İşim vardı, işçilerim, hizmetlilerim vardı. Aldıkları parayı hak edip haram yemesinler diye onları gereğinden fazla çalıştırırdım.
Yalnızca başarılı öğrencilere burs verirdim. Başarılı ve zengin ailelerin çocuklarına. Okulu bitirir bitirmez başka şirketlere gitmesinler, başkaları ezmesin diye onları hemen işe alırdım verdiğim bursun karşılığında.
O çocukların zengin babaları ile ticaret yapardım, beni severlerdi.
Gittikçe yaşlanıyordum ve yanımda bana ölümü hatırlatacak bir kaç tane insana ihtiyaç duyardım.
Ölmeye hiç mecalim yoktu.
İlaç pazarlamacısı olduğum yıllarda, ürettiğim gıdalara kimyasal maddeler koyar insanların daha çok ilaç almasına vesile olurdum.
İnsanları seviyordum, dertlerine deva bulmak boynumun borcuydu.
Ölüm aklıma her geldiğinde insanların yoklukla nasıl baş edeceklerini düşünür onların yanında onlara göstere göstere lüks arabalara biner, lüks evlerde oturur, lüks hayatlar yaşardım.
Benden zenginlerin muhitine girmez gecekondu mahallelerinde yaşardım. Derme çatma baraka türü evlerde hayata tutunan insanları gördükçe ölmeyi hiç istemezdim, onların ölümüne de hayranlık duyar, kurtuldularını düşünür, sevinirdim.
Benim öldüğümü görmüşler bir keresinde. Nedenini bilmediğim bir sevinç çığlıkları bizim mahallede.
Cenazeme o kadar çok kişi katılmış ki, herkeste sevinç gözyaşları.
Tabutum omuzlarda taşınıyor, görülmemiş bir coşku seli.
Toprağın altına girerken hocanın kulağına eğilip dedim ki,
Hoca, söyle arkamdan sevinç çığlıkları atan cemaate, onlara miras olarak benden beş kat daha ölümden nefret eden bir evlat bıraktım….
M’S