BİR KAŞIK SUDA KOPMAYAN FIRTINA (Öykü)


BİR KAŞIK SU VE KOPMAYAN FIRTINA (Öykü)
Kimsenin olmadığı yalnızca kedi ve köpeklerin dolaştığı bir parkta buz gibi soğuk bir banka oturdular.
Öyle boştu ki park, öyle soğuktu ki oturdukları bank, öyle boşluktaydı ki ikisi de, öylesine bir günden arta kalan zamanın heba olması için mücadele ediyorlardı.
Soğuktu ikisi de, ceset kadar belki, kardan adam gibi ya da!
Kar yağmaya başladığında yoldan çıkmışlar, yola gelmemek için de sağa sola sapmışlar kendilerini hiç beklemeyen bir parka atmışlardı.
Kendileri de beklemiyordu.
Beklentisi kalmamıştı ikisinin de, dünyadan, insanlardan, hayvanlardan bile.
Yalan yok, birbirinden beklentileri had safhadaydı ve ikisi de içten içe itiraf ediyorlardı bunu.
O onun eline bakıyordu, o onun.
İkisinin eli de birbirini boğazlayacak kadar büyüktü, ellerini büyütmüşlerdi.
Kendilerini unutup ellerine vermişlerdi tüm yükü.
Parmak parmak büyütmüşlerdi ellerini.
Sert bir rüzgâr esti, kar da yağmıyor, sinirinden toz parçacıkları savuruyordu rüzgâr ikisinin de yüzüne!
Sevimsiz bir kedi yaklaştı, dolaşmaya, sürtünmeye belli ki ısınmaya çalışacaktı, uzaklaştı nedendir bilinmez!
Sırtları birbirine dönük, yüzleri de çok donuk olduğundan, kim ne kadar nefes alıyor, kimin eli daha büyük fark edilmiyordu.
İkisi de ellerini kontrol etti, birbirinden habersiz zannederdiniz görseydiniz.
Ellerini gocuklarının ceplerine soktular sonra, saklar gibi, öyleydi ya da.
Gözünden yaş dökülen kaybedecekti sanki, ikisi de tutuyordu yaşları, gözbebekleri dolmuştu.
Ağlamak da ufak tefek de olsa acizlik göstergesi sayılırdı normalde ama burada normal olan hiçbir şey yoktu ve ağlayan kaybederdi.
Ağlamak bir nevi, bana acı, bana merhamet et, bana şefkat göster demek değil miydi?
Ya da haksızlığını kamufle etmek!
Kim kaybederse kaybetsin, ikisi de kazançlı çıkmayacaktı bu soluklanmadan!
Kim kazanırsa kazansın, aynısı olacaktı.
Söze kimin başlayacağı konusunda da anlaşmaya varılamadı!
Öyle çok konuşuyorlardı ki sessizce, ikisi de birbirini dehşet bir şekilde duyuyor, ikisi de söz sırası bana gelmesin diye sürekli sıra savmaya çalışıyor ama ikisi de bunu başaramıyordu!
İlginç olan tek şey ve kabul edilemeyen tek şey, ikisi de kendisinin haksız olduğunu düşünüyor ve karşısındakinden ciddi bir beklentiye giriyordu.
Haklı olan kaybeder dedi biri.
Var mı böyle bir dünya? Kaybeder tabi ki diye tekrarladı.
Haksız olmak için, haksız çıkmak için bin dereden su getiriyor, gene de dolmuyordu kaşık.
Bir kaşık su bulsa kopacaktı fırtına.
Rüzgâr ekilmişti zamanında ve boy boy fırtına beklentisi vardı, hava durumu da durumdan haberdar, bir kaşık suyu beklemeye koyulmuştu hepsi.
İkisi de birbirinin söylediği yalanlara inanmıyordu.
İnsan yalan söylemez diyorlardı.
İkisi de yalan söylediğine ikna etmeye çalışıyordu birbirini.
İkna olsalar bile, en çok ben yalan söyledim, niye inanmıyorsun ki söylediğim yalanlara diyorlar gene haksız çıkamıyorlardı.
Eli daha büyük olan ve güçlü olan kaybedecekti.
İkisi de birbirinden elini saklıyor ikisi de birbirinden beklentiye giriyor ama girdikleri bu girift yoldan çıkamıyorlardı.
Ne evlerine dönüp kaldıkları yerden devam etmek istiyorlardı ne de orada öylece sonuna dek beklemek.
Öyle küçüktü ki sorunları, sorunlarını dile getirmek ikisine de zûl idi.
Büyük, daha büyük, kocaman sorunlarımız olsun istiyorlardı.
Kim kimi boğazlarsa kaybedecek gibiydi, kazançlı çıkacaktı belki de!
Ellerine o yüzden bakıyorlardı birbirinin.
Boğazlayacak olan büyük, kocaman sorunu çıkarmış ve bin dereden bir kaşık suyu bulmuş fırtınayı da kopararak tüm sorunları çözmüş olacaktı.
Boğazlamak için ciddi bir sebebe ihtiyaçları olacaktı ve ikisi de o sebebi bilmek istemiyordu zaten öyle bir sebep de yoktu ama gel gör ki ikisi de n’olur o beni öldürsün diye yalvarıyordu içinden yüzüne karşı.
Ben senin karşına çıkmakla büyük hata ettim, n’olur affetme beni! Diye söze başladı eli küçük olan, elinin küçük olduğunu ve onu öldürmekte güçlük yaşayacağını hissettirircesine elini diğerinin gözüne sokmaya çalıştı.
Elinin büyük olduğundan ilk defa bu kadar nefret eden diğeri,
Karşıma çıktığın için seni affettim ben, seni affettiğim günün hatrına n’olur öldür beni dedi.
Akşam olmuştu, parkın bekçisi geldi ve bunları soğuktan donmuş bir şekilde bankta heykel gibi buldu.
Ambulansın siren sesiyle irkildi ikisi de!
Donarak ölen değil de,
Haksız çıkmaya çalışarak ölen şehitlik mertebesine yükselir miydi?
Birbirinin sevgisinin altında ezilen ve tüm olan bitene rağmen karşısındakine haklısın demeye çalışan iki koca yürek.
Sığmadı ambulansa.
M’S


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YouTube