BAŞLAMADAN BİTEN FİLM (Öykü)
Her türlü karakteri oynarım yeter ki senaryosu sağlam olsun, diyordu.
En atıl rolün bile hakkını verip ortalığı kasıp kavurmak, yükselmek, janjanlı bir hayatın kapılarını aralamak istiyordu.
Altında son model arabalar, elinden düşmeyecek olan viski kadehleri, albenisi gereğinden fazla, içinde zamanı ışıldatacak tek bir mum bile olmayan kadınlarla yaşayacağı löküs hayat!
Kadınlar deyince, duran sular akardı.
Dünyada ne kadar güzel kadın varsa hepsini ezbere bilir, her gece o güzeller güzeli kadınlar, rüyasında, yaşadığı rezil hayata şahit olurdu.
Hepsini ters yüz edecekti. Verecekti dersini. Ödetecekti o kâbus dolu rüyaların bedelini.
Yan yatıyor, düz yatıyor, kafasından atamıyordu kadın kavramını.
Daha başka ne hayalleri vardı, ne planları…
Oturup düşünmeye, kendisine çekidüzen vermeye kalkışmaz; olmayacak işler peşinde koşmamanın gerekliliğine falan inanmazdı.
İlkokulda oynadığı bir piyeste aldığı rolün hakkını verseydi, gerçek olacaktı belki düşleri.
Çocukluğuna inmek gerekecekti, iyi rol yapmasını bilseydi, ona rol vermek isteyenler belki bir psikoloğa götürecekti onu.
Çocukluğu da inilecek gibi değildi ki be mübarek!
Bildiğin kör kuyu!
Kötü bir hayatı vardı. En kötü insanların bile onaylamayacağı bir yaşam sürüyor ama bir gün mutlaka diyordu, vereceğim ağızlarının payını…
En iyi olmasam da, iyi olacağım, iyi olmasam da hayallerimin en azından bir kısmını gerçekleştireceğim diyordu, dilinin ucuyla söylenir böyle berbat bir yaşam sürenin hayalleri fakat bizimki olanca içtenliğiyle tam gaz gidiyordu.
Ona yol gösteren yoktu, o kadar cahil de yoktu etrafında yol göstermeye hevesli. Böyle bir insana yol göstermek hangi aklıbaşında adamın harcı olabilirdi ki?
Bir diğer hayali de, fakir insanların içinde yaşamaktı.
Gecekondu mahallesine lüks bir villa yaptıracaktı, herkese caka satacaktı. Caka satarken insanlığını da üç beş kuruşa kim isterse verecekti.
Kolay mıydı onca ezilmişliğin üstesinden insan kalarak gelebilmek?
Gelen vuruyor, giden vuruyor diyordu, oysa kimsenin bunu gördüğü bile yoktu.
Akıl akıldan üstün dedi bir keresinde. Sahiden dedi böyle. Gecenin bir yarısı dedi bu sözü.
Ney dank etti kafasına bilinmez.
Vücudundaki her organ hayret etti bu söze.
Hayret edecek kimse yoktu zaten kendinden başka çevresinde.
Kabaran sular hemen geri inmeye başladı deniz seviyesine. Meğerse dünkü aklından bugünkü aklı üstünmüş. Bunu anlayan organları da çekildi köşesine. Akılsız başın cezasını ödemeye devam etmeliydi ayaklar, öyle de oldu.
Sabahın köründe giyinip, eline yüzüne çekidüzen verip, normal insan kılığına girerek-ki nasılsa çıkardı en kısa zamanda-çıktı evden.
Bir film ajansının kapısını çaldı.
Ne rol olursa yaparım abi, kıvamında!
Çay söylediler buna. Bu ikrama bile şaşırdı, hayret etti. Benim gibi birine çay söylediler! diye mırıldandı içinden.
İçinden neler geçiyordu o an.
Herhangi bir filmde oynamak istiyorum, dedi.
Kısa ve net.
Kendisini anlatma gereği duymadı. Zaten iki kelime çıksa ağzından talebinden farklı, kapı dışarı edilirdi hemen. Farkındaydı.
Keşke bunun farkında olmasam, kendimi bilmesem, belki birkaç cümle daha söylesem, olur ya, hoşuna giderdi insanların, kim bilir? Dedi.
Kendini bildiği halde bu kadar bedbaht bir yaşamı sırtında nasıl taşıyor, nasıl yola girmiyor, nasıl, nasıl, nasıl?
Değil miydi ki en büyük erdemlerden biri kendini bilmek?
Kendini bilmekten utanıyordu, zaten tek utandığı hali buydu, bu erdem!
Talebinden sonra çayını yudumlarken dua edecekti, bildiği tüm duaları okuyacaktı ama hiçbir dua da bilmiyordu ki!
Şaşırtıcı bir şey oldu.
İşe aldılar.
Alanın niyeti neydi, bilinmez.
Sokaktaki çöpçüye, hiçbir bedel istemeden yardım teklifinde bulunsa, reddedilirdi, o kadar iticiydi!
Adam beni kullanacak, o yüzden işe aldı sanırım diye geçirecekti içinden, içinde zerre kadar his olsaydı, geçirmedi.
Elimde güzel, sağlam bir senaryo var, ülkenin önde gelen yapımcıları ile ortak film çekeceğiz, kaliteli artistler oynayacak, sana da kıyıda köşede bir rol buluruz elbet, dedi adam.
Bizimkisi önüne uzatılan sözleşmeye imzasını attı, imza dediğime bakmayın, okumayı yeni söken çocukların, adının baş harfinin yanına soyadını da çalı çiziği gibi çiziktirdi ve çıktı dışarı.
Ellerini cebine koyup başladı yürümeye, yağmur yağıyordu, agresif ve hırçındı bulutlar.
Yağmurda ıslanma fikri hiç cazip gelmezdi. Yağmur duygularına, ruhuna iyi gelmezdi. Sevmezdi yağmuru, soğuğu…
İçi içine sığmaması gerekiyorken oldukça itidalli davranış sergiliyor, sıradan bir şey gibi kabul edilen teklife hiç oralı olmuyordu, sanırsınız ki, ağır başlı ve kendinden emin biri.
Oldukça saçma salak ve basit biriyken, nasıl böyle bir teklif karşısında ayakları yerden kesilmiyor, kendisi de bilmiyordu.
Yağmurun arkasından ittirmesiyle eve doğru gitti. Ne dışarıda kalası vardı, ne de içip içip dağıtası.
Alabora olmuş bir gemi gibiydi.
Ya da kilisesini sel almış papaz!
Hayallerine kavuşmak için attığı adımın derecesine bakılınca; ruh hali, matematikten hiç anlamayan insanların çözmek zorunda olduğu seksen dört bilinmeyenli denklem gibiydi.
Tedirgin bir uykuya daldı. Rüyasında ne dünya güzelleri vardı, ne de fakir semtlerde inşa ettiği villalar.
Nasılsa sözleşmeyi imzaladım tavrıyla üstüne başına çekidüzen vermeden yola koyuldu. Kapıyı çalıp girdi içeri. Gene çay söylediler. Gene şaşırdı.
Eline de senaryoyu tutuşturdular.
Senaryoyu sesli okusa, okumayı sökmeden ilkokuldan mezun olmuş sanacaklardı, bereket ki içinden okuyordu.
Okudukça terliyor, terledikçe bunalıyordu.
Patron karşısında çayını keyifle yudumluyor, sigarasını tüttürüyordu.
Bir yandan da müstehzi bir yüz ifadesiyle seyre dalıyordu kurbanını.
Kurban, boğazında toplanan ellerin hangi birini itecekti?
Kalbi dayanacak gibi değildi. Fenalaşıyordu git gide.
Oturduğu koltuğa yığılıp kaldı sonra. Kapının önünde hazırda bekleyen ambulans, sirenleri çalmaya başladı bile çoktan henüz bizimki ambulansa bindirilmeden.
Günün birinde iyi bir artist olacaksın, paraya boğulacaksın, yeter ki hedefe odaklan, kadınlar etrafında fır dönecek senin, diye artist olmayı kafasına sokan, sözleşmeyi imzaladığı patrondu. Parkta içerken bulmuştu bunu.
O iğrenç, dile bile getirilmeyecek kadar berbat yaşamını gördükten sonra, sarhoş kafasına, bilinçaltına zerk etmişti bu fikri.
Ve çok çalışıp bir film ajansı kuracak kadar zengin olunca da böyle bir senaryo yazmış, ilk sözleşmeyi kendi öz evladına imzalatmıştı, bir türlü yola getiremediği öz evladına. Ve evladının yolunun üstüne açmıştı dükkânı.
Senaryoda bizimkinin hayatı yazıyordu ve karşısında oturan adam da babasıydı.
Senaryonun sonu gelmeden döndürdü adam oğlunu hayata.
Önce öz evladına sahip çıkamayan bir baba yaftası vardı alnında adamın.
Sonra da kalp krizinden ölümüne vesile olarak hayata bağladığı öz evladının katili olan baba yaftası!
M’S
22.01.2015