Bahar Gelmezdi Mayısta (öykü)
BAHAR GELMEZDİ MAYISTA (Öykü)
Hiç unutmam, lise ikiye gidiyordum…
Beden Eğitimi öğretmeninin tayini çıktığı için için o derse matematik öğretmeni giriyordu.
İyi ki de tayini çıkmıştı, eşofmana eşortman dediğimiz, masa tenisine pimpon dediğimiz için bir notumuzu kırar, eşofman alamadığımız için de takım elbise ile toprakta yuvarlanmamızı ister ve yapardı da, yaptı da nitekim. Çamur olmuştu üstümüz başımız. Neyse ki o gitti yerine başka bir öğretmen geldi…
Bizim için en çileli zamanlardı 19 Mayıs’a yaklaşılan zamanlar…
Okulda aylar öncesinden hummalı bir çalışma başlardı.
Dersleri bir kenara bırakıp okuldan uzak ilçenin tek futbol sahası olan toprak bir saha var oraya gider, gösteriler için hazırlık yapardık orada.
İçecek bir yudum su bile yoktu oralarda, sıcağın altında resmen pişerdik.
Tek yapılan da kule idi. Bir de bando takımı vardı.
Ne için kule yapılır, çocuklar birbirinin omuzuna basarak niye yukarı kaldırılır hâlâ anlamış değilim.
Biri düşse beton gibi toprak zemine çakılsa onun bedelini kim ödeyecekti?
Sıcaktan bayılan falan da olurdu ama pek kimsenin umurunda olmazdık.
Hani meşhur bir söz var ya…
Kaynanaların etkin olduğu dönemde gelin, gelinlerin etkin olduğu dönemde kaynana olduk diye…
Bizimki de o hesap.
Öğretmenlerin etkin olduğu dönemde öğrenci olduk, öğrencilerin etkin olduğu dönemde öğretmen olduk.
Emir demiri keserdi. Öğretmenin dediğinin üstüne kimsenin laf söyleme hakkı yoktu.
Öğretmen topladı bizi, emretti…
Her öğrenci gösteride mutlaka rol alacak, rol almak istemeyen de on bin lira tişört şort parası getirecek.
Utana sıkıla öğretmenin yanına vardım.
Hocam, ben bugüne dek hiçbir gösteriye katılmadım, tecrübem yok, tişört şort alacak param da yok…
Beni bu işe karıştırmasanız olmaz mı?
Hoca, sigarayı yüzüme doğru üfleyerek…
Olmaz olur mu ayıp ediyorsun, biz burada senin emrindeyiz zaten, sen de biz yapalım mealinde laflar etti…
Etrafımdaki arkadaşların çoğu da bizi sevmezdi köylü olduğumuz için, bana bir kahkaha patlattılar…
Hoca da güzel bir espri yaptım diye keyiften seksen 4 köşe olmuştur eminim sigarasını içmeye devam etti bıyık altından bana bakarak.
O gün eve gittim, babama durumu izah ettim.
Babam da paramızın olmadığını bilmiyor musun? türünden laflar etti.
Öyle demese ne yapsın garibim on bin lira, ha deyince bulunacak bir rakam değil.
”Cep delik, cepken delik…”
O günden sonra eve gelince babama, okula gidince öğretmene yalvarıyorum.
Ama nafile.
Kimseden tık yok.
Her sabah babamdan para istemek için onu uykudan uyandırmak ne demek bir ben bilirim bir de Allah.
O yüzden kimseyi uykudan uyandırmak istemem. Bende değişik bir iz bırakmış.
Üniversitede bir arkadaşım vardı sabah okula giderken onu uyandırma görevi bendeydi, kendime görev bilmiştim yani o da uyanmaz okula diğer arkadaşlarla giderdim.
Ona da çok uyuz olmuşluğum vardı tabi.
Nereye baksam eskiyi hatırlamak, eskinin sadece kötü yönlerini hatırlamak benim gibi yapısı olanlara özgü galiba.
Bir sabah anam bazlama pişirirken kaldırdı beni çayı da hazır etmiş, haydi oğlum geç kalacaksın, diyerek.
Kalktım ama içimde Erciyes kadar büyük kaygı.
Babamı uyandırdım gene.
Parayı istedim. Gömleğimi getir dedi.
Anamla ikimiz göz göze geldik, nasıl mutlu olduk anlatamam.
Anamın gözünden dökülen o yaşı hiç unutmuyorum.
Babam terzi olduğundan pantolon cebine güvenmez parayı gömleğinin cebine koyardı, hâlâ öyle…
On bin lirayı verdi iki beşlik, gün gibi hatırlıyorum.
Bir bardak çay içtim fırlayarak yola koyuldum.
O sene ilk defa okula öyle sevinçle gidiyorum.
Otobüs durağının oraya vardım belediye otobüsü gitmiş ilçeye. Geç kalmışım.
Olsun ilk defa değil ki, bir sonraki arabayla giderim, on değneğimi yerim geç kağıdı alarak dersime girerim.
Geç kalanlara aşağı yukarı on değnek vururlardı o dönemin müdür yardımcıları…
Eskiler bilirler.
Durakta otobüs beklerken ilkokula giden kardeşimin öğretmeni geldi yanıma.
Evden bir dosya alıp gelmemi istedi unutmuş.
Gittim aceleyle dosyayı evinden aldım götürdüm verdim.
Tekrar otobüs beklemeye koyuldum tam o esnada cebimde tuttuğum terden sırılsıklam olan parayı kontrol etmek için elimi cebime attım.
Bir de ne görmeyeyim…
Para yok cebimde.
Yok gerçekten yok.
Öteki cebime baktım yok, ceketin, gömleğin cebine baktım yok. Kitapların arasına baktım yok.
Hiçbir yerde yok.
Gidip geldiğim yollara baktım, adım adım santim santim kontrol ettim hiçbir yerde yok.
Öyle bir yok ki, kaybolan bir para ancak öyle yok olabilir.
Öğleye kadar aradım bulamadım.
Öğlen otobüse binip okula vardım.
Öğretmene durumu izah ettim, tabi öğretmen güldü, inanmadı.
Bin dereden su getirdim ikna etmek için, oralı bile olmadı.
Hatta kovdu başından.
Eve geldim kimseye bir şey demem mümkün değil.
”İnsanlık hali, para kaybedilebilir…” gibi bir durum yok ortada. O para da kaybedilmez ki canım… Değil mi ama?
Öğretmene yalancı çıktım.
Gösterilere katılamaya mecbur kaldım, geç kaldığım için hoca benim uyum problemimi gördü kadro dışı bıraktı, Beden eğitimi dersini sınırda geçtim.
Babama olayı hiçbir şekilde itiraf edemedim.
Çocukluğum aklıma gelince Enver Gökçe’nin şu şiirini mırıldanırım bazen…
”Dut kurusu, süpürge tohumu yediğimiz ve bir godik arpa için Sivas kapılarından geri döndüğümüz günleri defledik!”
Mustafa Süs