Ahmet Hakan-Yıldıray OĞUR kapışması
Ahmet Hakan dünkü yazısında saydırmıştı Yıldıray OĞUR’A.. Yıldıray OĞUR öyle bir cevap verdi ki:
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/19747431.asp
Ahmet Hakan dünkü yazısında saydırmıştı Yıldıray OĞUR’A.. Yıldıray OĞUR öyle bir cevap verdi ki:
Tane tane tekamül
Ahmet Hakan’dan “Ama Ahmet arkadaşımız da yaramazlık yaptı örtmenim”den daha iyi bir cevap beklerdim. Ama doğrusu yazımı Hrant Dink’i “zehirli kan” yazısı yüzünden mahkûm eden Yargıtay Türkçesiyle okumasını ondan bile beklemezdim.
Öncelikle tebrik ederim. Hrant Dink’in o yazısıyla Türklüğe hakaret etmediğini Yılmaz Özdil’in bile anlayacağı bir berraklıkla tane tane anlatmış. Tek bir sorun var: Hrant Dink beş yıl önce öldürüldü. Hem de o yazısını, Ahmet Hakan’ın gazetesinde tane tane çarpıtanların körüklediği bir linç kampanyası sonucu.
Ne kadar iyi olurdu Hrant Dink “yanlış anlaşıldım” diye çırpınırken Hürriyet’te hem de Ahmet Hakan’ın köşesinde o cümledeki çarpıtma böyle tane tane çürütülseydi. Ama Hakan o günlerde “Bizim Kerinçsiz, özel alanda tam bir ‘salon adamı’ değil miymiş? İlk dakikalardan itibaren kendisi bir ‘centilmenlik abidesi’ gibi göklere yükseldikçe yükseldi” gibi mahkeme önü zebanisini, insan olarak tanıtma empatileriyle pek meşguldü. Aynı empatiyi Hrant Dink’in katilleriyle bile kuracak Ertuğrul Özkök tipi analizin, sosyolojinin gözünü çıkarma akımının etkisinde olduğu günlerdi…
Doğrusu beni Ahmet Hakan’ın Aydınlanma Devri’nden, Yontma Taş Devri’ne geri dönüş yaptıktan sonra yeniden Cilalı Taş Devri’ne girip yazıyı bulmasıyla geçirdiği tekâmül pek ilgilendirmiyor. Post-modern darbeye Pink Floyd’la direnmiş birinin, 10 yıl sonra e-muhtırada Hasan Mutlucan’dan “ama” türküleri söylemesindeki tekâmül hakkındaki hükmü ise paleontologlara bırakmak gerek. Muhakkak Soner Yalçın’ın Sebataycı kafatasları üzerine uzmanlaşmış paleontolog arkadaşları ona yardımcı olacaktır. Benim bu kemâle ermeyi takdir edecek ne pedagojik sabrım ne tebliğ-irşad bilincim var. Kimseyi de faşist olmadığı için tebrik etmeyeceğim
Tane tane cevap vereyim ki, adamı öldürüp, cenazesinde de en çok ağlayan mafyöz gazeteciliğe kurban gitmeyeyim.
Ben Ahmet Hakan’a yazarları ve haberleriyle Hrant Dink linçine odun atarken neden Hürriyet’te yazıyordun demedim ki. Neden beş yıl önce tam da cesurca olacakken, tam da işe yarayacakken “Ermeni olmadın” ve Hrant Dink linçine bir bardak su dökmedin de, “Bakmayın toplama kamplarında canavarlaşmasına, Hitler’i tanısan tam bir beyefendi, bir Bavyera şarkıları söylüyor ki” yazıları yazdın diye sordum.
“Türkiye Türklerindir logosu altında neden yazıyorsun” da demedim. Büyük sinemalarda yıllar önce gösterimi bitmiş, ancak Bağcılar’daki sinemalarda boş koltuklara oynayacak “Vursunlar beni, ben de Ermeni’yim” performansını ayakta alkışlamak yerine ona köşesinin lebiderya Yılmaz Özdil manzaralı, Türkiye Türklerindir logosuna sıfır, Ertuğrul Özkök’e çat kapı konumunu hatırlattım.
Yoksa o logo altında Cüneyt Ülsever, Oya Armutçu gibi isimlerin Hrant Dink linçine karşı yazdıkları arşivlerde. Tabii Hürriyet Pazar’da haftada bir gün pazar yazıları yazan Ahmet Altan’ın yazdıkları da. Aynı anda gazetem.net sitesinde Hrant Dink linçine, askerî vesayete karşı yazılar yazmaktaydı Ahmet Altan. Ne yapsın 28 Şubat’ın düşman kuvvetlerini bile içine sindiren ana akım medya, ona Atakürt yazısından sonra eklerde ve edebiyat yazıları için yer açabilmişti.
Yine de keşke o katiller, Ertuğrul Özkök’ün her gün aydın ihaneti, Orhan Pamuk nefreti, “Hrant Dink’e hain tepkisi” odunları attığı sobaya sırtını dayamış Emin Çölaşan’ı okuyarak tahrik olacaklarına, pazar günleri Ahmet Altan’ın yazdıklarını okusalardı.
Mesela 2006’da yazdığı “Bombaları, cinayetleri, alçakça tuzaklarıyla bazen Türk bazen Kürt kılığında karşınıza çıkan bu ümit katillerine geleceğinizi öldürtecek misiniz? Size hep aynı şeyi fısıldıyorlar, ‘onlar düşmanımız’. ‘Onlar’ değil düşmanınız, size ‘onların düşman’ olduğunu söyleyenler asıl düşmanlarınız” yazısını okusaydı keşke Ogün Samast. Hrant Dink’in öldürülmesinden önce yine Hürriyet’in Pazar eki sınırlarını zorlayan “Hepimiz bir alçak olabiliriz”, “Türk olmak ve ihanet” başlıklı yazılarını da.
Ve keşke Ahmet Hakan beş yıl sonra üç-beş ergenin “keseceğiz seni, pis ermeni” tweetleriyle keşfettiği “Hepimiz Ermeni’yiz”in manasını, “Keşke bu çete işi olsa” başlıklı amatör sosyolog sosyolojiden eder yazılarıyla beş yıl sonraki mahkeme kararına selam çaktığı günlerde, o muhteşem cenazenin hemen ardından Hürriyet’in Pazar ekinde yayımlanmış şu Ahmet Altan yazısıyla keşfetseydi:
“Gülüşün uzaklaşıyor Hrant. Akşam çöküyor. Civan Gasparyan çalıyor, keder toz gibi dağılıyor havaya. Sen o barut rengi tozun içinde yapayalnız yürüyorsun. Yetim bir çocuk olduğunu anlatmıştın bir keresinde. Herkes ağlamıştı. Yetim bir adamdın bence. Koynuna sokulacak bir kalabalığı olmayanlar, kendi toprağında el durumuna düşenler yetimdir. Yalnızdır. Ama bak birileri geliyor. Kim bunlar Hrant? Kim bu kalabalık? Kaç kişiler? Yüz? Bin? Yüz bin? İki yüz bine yakınlar… Belki daha fazla… Yaralı gibi yürüyorlar. Koyu bir dövme gibi gözlerinde acı. Kim bunlar Hrant? Annenler geliyor, babanlar, teyzenler, amcanlar, yeğenler, kuzenler geliyor. Ellerinde siyah kâğıtlar var, ‘Hepimiz Ermeni’yiz’ yazıyor. Evlatlarına geliyorlar. Görebiliyor musun?”
Farkı görebiliyor musunuz? Yoksa tane tane bir daha anlatayım mı?
{fcomment}