TAŞ (Öykü)
Eli taşın altındaydı, dokunsa kımıldatacak, gayret etse kaldıracaktı taşı.
Yanlış yere yuvarlanmış, yanlışta yuvalanmış bir taş vardı. Oradan kaldırılması, asıl yerine konulması gerekiyordu. Taşlar yerinden oynamasa, yerinden yurdundan olacaktı.
Adam elini taşın altına sokmuş, sürekli çevresine bakınıyor, taşı birlikte kaldırmak istiyordu.
Yoldan gelip geçenler alnındaki terleri görüyor, taşın büyüklüğüne bakıyor, şaşırıp kalıyorlardı. Taş küçüktü, neden tek başına kaldıramıyordu ki?
O, inatla birlikte kaldırmak istiyordu taşı. Geçen her gün aleyhine işliyor, taş gittikçe ağırlaşıyordu. Birlikte kaldırmak istediği kişi taşın üzerine oturmuş, bir yandan da elini taşın altına koyarak, davran diyordu, kaldıracağız. Ona bakıp, içinden gülümsüyor;
Taşın üzerindesin, demiyordu.
Bekliyor, terliyor, cırmalıyor, didiniyor, etrafına bakıyordu ümitsizce. Taşın etrafında dolaşanlar taşın üstündekini görmüyor, hayret etmekle yetiniyorlardı, hayret etmekle kalmayıp; “ne var ki bu taşı kaldıramayacak?” Diyorlardı.
Bir eli taşın altındayken, diğer eliyle de dünyaya çekidüzen veriyordu. Başkalarının hayatını düzene sokuyor, uçurumun kenarına gelenleri çekip alıyordu uçurumdan.
Somurtkan bir yüz ifadesi gördüğü zaman, taşın altındaki elini unutuyor, yüzlerin gülmesi için çare arıyor, tek eliyle onları hayata bağlıyor, yontuyordu içindeki kötülükleri insanların.
İnsanların hayreti, gayretine engel oluyor, kimse gelip taşın altına elini sokmak istemiyordu. Hatta, senin elin neden sürekli bu taşın altında ki? İstesen bir hışımda kaldırabilirsin, bizim taşlarımızı da sen kaldırdın! Diyerek taşın ağırlığını gittikçe artırıyorlar, laf kalabalığı yaparak gücünü tüketiyorlardı.
Adam ümidini muhafaza ediyor;
İner mi acep ben demeden taşın üstünden? Ve birlikte kaldıralım der miydi?
İnmedi. İnmediği gibi, inmediği için de gücünün tükenmesine seyirci oldu. Kendi gücü de tükeniyordu yavaş yavaş. Öyle ki, onun eli de taşın altındaydı, gövdesi üstünde olsa da!
Akıl etti mi bilinmez, taşın üstünden inmeyi.
Gittikçe gücü tükenen adam, kendine geldiği zamanlar taşı yerinden oynatıyor, taşın üzerindeki, taşın yerinden oynamasından rahatsız oluyordu. Belliydi o taşın yeri orası değil, orada herkesin ayağına takılıyor, asıl yerine oturtulması gerekiyordu o yerden kaldırılıp.
Taşın üzerine oturan, taşı kaldırmaya çalışanın alnındaki teri siliyordu, ona su veriyor, ilaç veriyor, çay veriyordu. Adamın elinden çok yüreği inciniyordu, gözlerinin feri gidiyor, göremiyordu göstermelik güzellikleri.
Taşın altından kendiliğinden inse! Eli zaten taşın altında, birlikte kaldırsak diye iç geçiriyordu. Anlasa! Diyordu, konuşmadan!
Bir zaman sonra, taşın altındaki elini gizledi adam. Artık ne taşın üzerindeki, ne de yoldan gelip geçenler, adamın elini görmüyordu, adamın elini mi sadece? Taşın üzerindekini de gören yoktu.
Taşın üzerinde oturan, çığlık atıyordu, bu adam taşın altına elini koymuyor, bakın sadece benim elim var diyordu. Seyircisi çoğalan mahalle kavgasına dönüşmüştü. Adam güç toplamaya çalışıyor, dilenirken itibarı da sarsılan fakirler gibi, hem gücünü hem itibarını kaybediyordu.
Çığlık çığlığa, yetişin a komşular diye bağıran da, itibar devşiriyor, taşın üzerindeki ağırlığı gittikçe artırıyordu.
Seyircilerden kimisi de, gel bir de benim taşın altına elini sok diye yalvaran gözlerle bakıyor, gizlediği eli görmüyorlardı. Gizlenen eli görmezden gelen taşın üzerinde oturan, görmeyen de seyircilerdi.
Ara sıra taşın altındaki eller birbirine değiyor az da olsa güç birliği ümidi doğuyor, hafif bir çığlıkla eller hemen ayrılıyor, taş gittikçe ağırlaşıyordu.
Gün geldi, teri silinmez olmuştu. Ter gözlerine akıyor, bir eliyle gözlerindeki teri siliyor, bir eliyle taşı yerinden oynatmaya çalışıyordu.
Günün birinde taş yerinden kımıldadı. Kendiliğinden. Adam şaşırdı. Sağa sola baktı, taşın altındaki eline baktı. Bir türlü akıl edemedi taşın üstüne bakmayı.
Taşın üzerinde kimse yoktu, geç fark etti. Elini de çekip gitmişti taşın altından.
Birlikte kaldırıp taşı asıl yerine koymak isteyen adam;
Artık buna gerek kalmadığını anlayarak, taşı yavaşça kaldırdı, ki gücünün kalmadığı, tükendiği anda bile kaldırılacak gibiydi taş, cebinden kalemi çıkardı, taşın altına kalemini destek yaparak, taşa sırtını verdi, taşın gölgesinde, taşlaşmayı, başkalaşmayı göze alarak başladı yaşamaya.
Sonra ne mi oldu?
Gülmek, dedi yakışır da insana, mutluluk yakışmaz!
M’S