Bir kuş kafes aramaya çıktı! (Deneme)
BİR KUŞ KAFES ARAMAYA ÇIKTI (Deneme)
”Bir kafes kuş aramaya çıktı!” cümlesini yazan Kafka,
İnsanları kafese koymaya çalışan dünyadan söz ediyordu ya da ben öyle anlıyordum Kafka’yı…
Yok, öyle demek istemedi, aslında şöyle demek istedi diyenler de olabilir, bilemiyorum.
Dünyada ne kadar özgür insan varsa hepsi kafes aramaya meyillidir diyor ve ekliyorum,
‘Bir kuş kafes aramaya çıktı!’
Kimi söz söyleyerek, kimi sataşarak, kimi savaş ilan ederek, kimi itaat ederek, kimi itaat bekleyerek, kimi evlenerek, kimi ayrılarak, kimi özgürlüğe yelken açarak, kimi prangalardan kurtulmaya çalışarak kafes arama derdinde…
Kafes öyle çekici ki…
İnsan olduğumuzu, bize atfedilen değeri, bize yüklenen misyonu unutup hep bir şeylere ihtiyaç duyarak yaşıyoruz.
Para biriktirmeden yaşamak mümkün değil zannediyoruz!
Yarın kaygısı, yarınların daha güzel olacağını zanneden umut telaşı…
Çocuğuna daha konforlu bir yaşam bırakma acziyeti!
Bir adım önde olma derdi. Rekabet kavgası.
Önemli olma gayreti.
Gözde olma sıkıntısı.
Reyting telaşı.
Olduğumuz gibi yaşarsak sanki bizi kimse beğenmeyecek garabeti!
Ayağımız kayıp yere düşünce bize gülmesinler, daha fazla rezil olmayayım diye güya kendimizle dalga geçiyor, kendimizle barışık oyunu oynuyoruz.
Başkasının bizi beğenmesi için harcadığımız emekle kendimize daha fazla değer katabiliriz ama beğenilme kafesi daha cazip duruyor.
Birilerine karşılık beklemeden yardımcı olma çabası yerine, birilerini memnun etme kafesi içine girmeye daha meyilliyiz.
İhtiyaç sahiplerine yardım etmek için zenginlik isteyerek Allah’ı kandırdığını düşünen tipleriz aslında.
Kendimizi değerli kılmak için değil, birilerini alt etmek için ya da meclislerde söz söylemek için ilim öğrenme kafesine de düşmekte beis görmüyoruz.
Bir adım öne geçme derdine düştüğümüz için kendimizi değersiz kılıyor, kendimizle değil başkalarıyla rekabet ediyoruz.
Olduğumuzdan daha büyük gösteren aynalar edinmek için canhıraş bir şekilde mücadele ediyoruz.
Bizi küçük gösteren değil, olduğumuz gibi gösteren aynalara bile tahammül edemiyoruz.
Boyumuzdan büyük kıyafetin üstümüzde çok kötü görünmesi bizi rahatsız ediyor fakat olduğumuzdan daha büyük gösteren aynaları yanımızdan eksik etmiyoruz.
Koşuyoruz yağız atlar gibi ama,
Paranın, makamın, gücün, iktidarın, övülme ihtiyacının, konforun kapısının önünde bekleyip habire siftiniyoruz onca iticiliğine karşın.
Sahip olduğumuz en kıymetli maddi şeylerin, bir insanın gözyaşını dindirmekten daha değerli olmadığının asla farkına varamayacağız!
Bir boşlukta yüzüyoruz, boşluk bizi istediğimiz yere fırlatıp attığında, gittiğimiz yerden de hoşnut olmuyoruz.
Karanlıktan kurtulmak için aradığımız ışık kaybolunca sıkıntıya düşüyor, ışığın da esiri oluyoruz.
Derdimizi anlatacak, bize destek olacak dostu bulduğumuzda onu kaybetmekten korkup onun istediği gibi yaşamaya çalışarak kendimizi yaşamayı unutuyor onun da esiri oluyoruz.
Kendimize yetmeyi, kendimizle yetinmeyi öğrenmek en büyük özgürlük olduğu halde hep başkalarına, başka şeylere, başka kafeslere muhtaç bir yaşam sürdürüyoruz.
Arayıp bulduğumuz en iyi, en pahalı kafes övünç kaynağımız oluyor.
Pahalı bir kıyafeti üstümüze geçirince ona zarar gelmesin diye akşama kadar diken üstünde yürüyor o kıyafetle de gurur duyuyoruz.
En fazla özelliği olan en pahalı telefonu alıp onun her türlü özelliğine hakim olmaya çalışarak telefona esir düşüyoruz.
Kendimiz harici her şey oluyor, kendimiz olmayı ıskalayarak başkalarından öne geçtik mi dünya bizim oldu zannediyor, o dünyanın bizi esir ettiğini düşünemiyoruz.
Etrafımıza ördüğümüz duvar ve içine aldığımız insanlar bizi daha çok yalnızlığa itiyor ve bu kafesin ihtiras kafesi olduğunu unutuyoruz.
M’S