ASLI GİBİDİR!
Aslını göstermekten çekinirdi, suretiydi ortalıklarda dolaşan, maske derdi kimisi, kimisi ikiyüzlü…
İçinde biriken kaygılarıyla yarenlik ederdi sürekli, alışmışlardı birbirlerine, ruhu daralsa, kaygıları yetişirdi imdadına, oysa kaygılar kadar acı veren bir şey yoktu insanın hayatında, insana!
O aslını göstermezdi, saklardı hep yüzünü, gülüşünü saklardı en çok, gözyaşlarını hakeza öyle…
Gözyaşlarımı, derdi, görmeyi hak edecek kimseler yok hayatımda. Gülüşüme de kurban olsun herkes.
Çocuklarına sığınırdı, büyüğüne daha çok, büyümüştü o ne de olsa, hiç anlaşamazlardı onunla, küçüğü kendisine benzerdi, özene bezene büyütmüş, ona ilahiler öğretmişti, şarkılar dinlerdi kendisi.
Büyüğüne sığınırdı ve sürekli onda bir şeyler arardı. Kendinden bir şeyler bulamadığı zamanlarda içi daralır, kaygıları artar arttıkça kaygılarıyla iletişime geçer, hayaller kurardı.
Çocuklarına da göstermezdi aslını, evde bir başka, dışarıda bir başkaydı, kimseye değer vermez, herkese değer vermiş gibi yapardı, içinde büyüttüğü bir kahramanı vardı, kahramanı güvenilmez, kahramanı bencil, kahramanı kendinden emin ama o kahramanından emin değildi.
Aslında kahramanı işe yarar bir şey de değil gibiydi sanki dudak bükerek bakardı yaptıklarına, yaşadıklarına, kendisi bir nitelik yüklemiş, kafasındaki tüm güzellikleri ona giydirmiş, onun da öyle olmasını beklerdi umutsuzca.
Hayal kırıklıklarıyla dolu bir dünyası vardı, aslını göstermezdi kimseye, aslı kendisinden daha iyiydi, daha güçlüydü aslının nitelikleri.
Beyninde ne kadar işe yarar kıvrım varsa hepsini köreltmek, gözlerini kapatmak isteyip tüm olan bitene, olup da bitmeyen her şeye isyan ederdi.
İsyan etmek hiç yakışmazdı, kendisi de bilirdi, bir gün alacakaranlığında sabahın, şafak vakti, çıkıp evinden, kendinden ve her şeyden kaçmak istedi, yola koyulmasına bakmadı, ardında bıraktıklarına da…
Büyük olan çocuğu ile girdiği savaşı kaybetmişti, sürekli ona kaçıyor, ondan kaçıyordu, küçük zaten kendinindi, kendindendi, büyük kendindeydi, kendinin değildi.
Geri döndü, çocuklarını da almak istedi yanına ama buna engel oldu dışarıdaki ayaz.
Dışarıdaki ayaz bir şeylere engel oluyordu, düşünmesine mesela, düşündükçe beynini kemiriyordu yalnızlığı, kimsesizliği. Kahramanını aradı gözleri, bulamadı, kahramanına âşık olmaktan korkmuyor, bilakis ona âşık olmak istiyor, omuzunda ne kadar yükü varsa daha da ağırlaştırmak istiyordu.
Dünya yeterince büyüktü ve kavuşmak da nasılsa imkânsız. İmkânsızlığı seviyor gibi görünse de acı veriyordu bazen yalnızlık, yalnızlığı da yüklemişti artık kahramanının omuzlarına, kendisi daha çok aslını göstermemekle meşguldü.
Geride kalan küfürlerini görmezden geliyor, arınmak için çıkıyordu yola ayazda, beynini uyuşturan ayazı seviyordu, yüzünü Allah’a çevirmek istedi, arınmak ve aslını göstermeden dualar etmek istedi.
Gitti bir banka oturdu, ayaklarını sallayarak.
Ayakları sallanırken, beyninden gelip de geçmeyen birikmişlikleri dökmek ve arınmak istiyordu.
Ellerini kaldırınca yukarı, o an bir ışık görmek istedi, bir gizli el, tek kendisinin görebileceği bir el görmek istedi.
Yoktu. Olmayacaktı da.
Aksakallı dedeler masallardan çıkıp gelmeyeli epey bir zaman olmuştu, kaç asıra sığdı bilinmez ama kaybetmedi ümidini.
Yine ağır ve aksak adımlarla, koşar adım düşünceleriyle, aceleci bezginliğiyle düştü yollara, aslını herkesten gizlediği evine, vakit öğlen olmuştu. Ölüme daha çok vardı.
Alt etmek için kendini, büyük olan çocuğuna saldırdı önce, sonra aslını gizledi ondan, onu çok seviyordu, onun da kendisini sevdiğinden emindi, kalbi ile. Beynine söz geçmiyordu. Ellerini hep başkası tutuyordu, bunun elini de küçüğü.
Küçücüktü küçüğünün elleri, ellerinden bilirdi onu, kendisini elleriyle gizlerdi en çok, kahramanına da vermişti bir el, kaç el daha verse işe yarardı bilemedi.
Aslında, suretine bir damga yapıştırmak, aslı gibidir, yazıp bir imza çakmak istiyordu.
Ben öldüm.
Selam da olmasın kalanlara!
M’S