ASLA ÖZÜR DİLEME
Yerden göğe kadar haklısın, diyordu hiçbir zaman hakkını teslim etmediği hocasına.
Abartılı bir şekilde ağlıyordu, yerden yere vuruyordu kendini, abartılı bir şekilde. Mübalağa yapmıyorum, gerçekten özür diliyorum, diyordu. Özür dilemesi bile mübalağa olurdu. Kimse bilmezdi özür dilemediğini. Özrü kabahatinden de büyük olduğu içindi belki.
Kendisi her daim haklıydı. Haksız olduğu durumları kabullenirdi yalan yok, mübalağalı bir şekilde, kabul ettirdiğini varsayardı özür dilerken.
Hayatında hiç hata yapmamış gibi yaşardı. Haklıydı da üstelik. Kendine göre. Herkesin kendine göre haklı bir yanı vardı. Herkes haklıydı kendine göre.
Özür dilemek erdem derlerdi. İnanırdı herkes buna ve özür dileyenler asla erdemli sayılmazdı gerçekte. Ezilirlerdir, ezerlerdi özür dileyenleri.
Alttan aldığını söylerdi, öyle düşünürdü çoğu zaman. Alttan almak da bir ilişkiyi sağlıklı götürür, diye düşünürdü herkes. Gerçekte, herkes alttan alana, altta kalanın canı çıksın gözüyle bakardı. Kitaplar yazmazdı bunu. Kitaplar yazarsa yanlış olurdu. Kitaplar çok satma derdine düşer, tersinden bakamazdı hayata, hayatın gerçeklerine.
Hoca, dersini anlatır, zilin çalmasını beklemeden çıkardı.
Ders alan yoktu çünkü.
Herkes alttan alıyor, herkes özür diliyor, herkes ben haklıyım, diyordu.
Özür dileyenin haksız olduğunu, dilediği özürdeki anlamı, alttan alanın altta kaldığını kimse bilmiyordu, yalandı, yanlıştı, sahteydi.
Gerçekten özür dilerim, dedi.
Gerçekten özür dileyen, özür dilemiş gibi olurdu, günü kurtarır, diğer günleri geçirirdi kafasına, başından aşağıya kaynar sular dökerdi gerçekten özür dileyenler, hataları fark edildiğinden olsa gerek.
Hiç kimse kendi çıplaklığının görülmesini istemediğinden, sürekli giyinik yalanlar söylerlerdi.
Yalandan söylerlerdi.
Hangimizin özrü büyük değildi ki hayatından?
Kabahatinden büyük hayatlar vardı, hayat üstümüze çığ gibi düştüğünden, altından kalkabilmek için sıcak ve çığı eriten yakıcı özürlerimiz vardı.
Onun da öyleydi.
Hocam, özür dilerim, derdi her defasında.
Hoca dersini yarıda kesti, hayattan bir kesit aktaracak sandık hepimiz. Hayattan kesit aktaracak kadar bilgeydi de üstelik.
Kapıya baktı, öğrencilerine baktı, dünyaya baktı!
Hey! Diye bağırdı. Durup dururken.
Hey heyleri üstünde sandılar.
Üstünde ağır bir yük vardı. Bir gelecek kaygısı ve bir nesil heba oluyor endişesi.
Hoca ağır adımlarla konuşmaya, nefes nefese yürümeye başladı.
Yaşamak istiyorsanız ki buna itiraz edecek tek bir kimse vardı, onun üzerindeydi gözleri.
Ki hepiniz istiyorsunuz, eminim bundan, dedi.
Yaşamak istiyorsanız, hayatın kurallarını asla öğrenmemelisiniz.
Doğruyla yanlışı ayırt edebilme yeteneğinizi köreltmelisiniz.
Özür dilemeyeceksiniz.
Alttan almayacaksınız.
Birileri mutlu olsun diye, mutluluğunuzu heba etmeyeceksiniz!
Ama dedi yaşamak istemeyen; son dediğiniz biraz bencilce değil mi?
İstiflenmiş bilgeliğiyle, bozmadan, devam etti hoca;
Bencil olacaksınız.
İnsanları sevecek lakin bunu kimseye hissettirmeyeceksiniz.
Yardımsever olacaksınız, yardım etmenizin şeklinin kendinize bir faydasının olduğunu hissettireceksiniz.
İnsanları sevmezsem, beni de sevmezler mantığı ile hareket edeceksiniz.
Düşeni kaldırıyorsam, kaldırmaktan ötürü mutlu olduğum için, diyeceksiniz.
Darda kalana elimi uzatırken, elimin tutulması beni mutlu ediyor, diyeceksiniz.
Öğrencilerden ses yoktu. Hoca, kendine geldiğinde vakit epey geçmiş, sınıfa başka hoca girmiş, başka yüzlerle karşılaşmıştı. Hatta başka ders işleniyordu sınıfta. Neye uğradığını şaşırdı hoca. Nereye gitmişti öğrencileri, neden gitmişlerdi, neden sınıfa başka birilerinin girdiğini fark etmemişti?
Kimsenin hocayı gördüğü yoktu. Ama hepsini görüyordu hoca.
Sessizce bekledi, olacakları merak ediyor gibi çekildi bir köşeye.
Dersin adı başka ama konusu aynıydı.
Diğer hoca başladı konuşmaya.
Yaşça büyük oldukları için öğrencilerine, arkadaşlar, diye sesleniyordu.
Açtı önündeki kitabı. Bu kitapta yazılanlar çok mühim, dedi.
Herkes de sanki bundan eminmiş gibi başını salladı, teyit edercesine.
Size hayatta kalmak için birkaç tüyo vereceğim, dedi.
Öğrencilerin gözü dört açıldı. Bu hoca ilk defa duyulan şeyler söylerdi genelde.
İnsanları sevmeyeceksiniz, diye başladı birinci sayfadan. Seviyormuş izlenimi vereceksiniz.
Herkes homurdandı.
Çok özür dileyeceksiniz. Hata sizde olsa da sizde olmasa da özür dilemekten asla vazgeçmeyeceksiniz.
İnsanları eleştirmiyormuş gibi yapıp, inceden ve alttan mesajlar vererek yanlışlarını yüzüne vuracaksınız.
Kaybetme korkusunu üzerinizden atıp, hayır, demeyi öğreneceksiniz.
Köşesine çekilen bizim hoca, içten içe gülümsüyor, bıyık altından küfürler yağdırıyordu, elindeki o kitap kadar taş düşsün başına, demeyi de ihmal etmeden.
Çıktı gitti sınıftan.
Arabasına binmeyi unutarak, koyuldu yola. Yürüdü zamana karşı, yele karşı yürüdü, hayatı karşısına alıp yürüdü, öğrencilerinden yaşamak istemeyeni de alıp koluna…
Evlat, dedi, sanki sözü dinleniyormuş gibi…
Kitaplardan yaşanılanları oku, yaşanılması gereken hayatı değil.
Gerçekler yaşanılır, olmayacak şeylerdir yazılanlar. Kitaplar domuzlar gibi, burnunun dikine götürür insanları, çeviremezsin boynunu sağa sola.
Oysa acı da var, sevinç de var, ölüm de var. Ölümsüzlüğü anlatan da tek bir kitap var, gerisi hikâye…
M’S
15.03.’13