ANNEM İZİN VERMİYOR SENİNLE OYNAMAMA (Öykü)
Ali, üstü başı düzgün, saçları temiz, bakımlı, yüzü hiç güneş görmemiş gibi parlayan öğretmen çocuğunu kıskanıyor, çocuğa yaklaşınca, çocuğun kendisinden kaçtığını fark edip hayıflanıyordu.
Benden niye kaçar ki? sorusunu, cevabını bildiği için sormuyor, üzülüyordu yalnızca.
Onun gibi olmayı ne çok istiyordu.
Aklından geçenleri yutkunuyor, boğazına duruyordu uykular.
Sabahlara kadar hayal kuruyor, kurduğu hayallerin altında eziliyor, yaşadığı hayata isyan ediyor, susuyordu sonra.
Bir Pazar tatilinde eline makası aldı, kulaklarının arkasındaki saçları kesti, alnının üstüne kakül düşmesi için uğraştı, uğraşırken öyle berbat etti ki saçlarını, ne yapacağını bilemedi.
Ablası yemeğe çağırmak için odaya girdiğinde Ali’nin o halini görür görmez kahkaha attı, bağırdı sonra ve hatta azarladı.
Babam görmesin aman deyim, diyerek eline makası aldı düzeltmeye çalıştı saçlarını.
Düzelmedi tabi, daha da içinden çıkılmaz hal aldı.
Suç ortağı da olmuştu aynı zamanda.
Yemeğe oturduklarında Ali’nin başında bere vardı.
Normalde evde bere taktığı görülmemişti, ablasının fikriydi.
Yemekten sonra yemeliydi dayağı.
Ali yiyeceği dayaktan o kadar emin ki, hiç dert etmeden yemeğini bitirdi, odadan çıktı.
Hemen arkasından babası da çıktı ve tokat sesleri yükseliyordu evden.
Kakül bırakma derdine düşen Ali’nin saçları sıfır numaraya vurulmuştu bile.
Aynanın karşısına geçip dımdızlak kafasına bakıp bir yandan gülüyor kendisine, diğer yandan da yarın okulda ne yapacağını düşünüyordu.
Öğretmenin çocuğuna bakıp iç geçirmeye devam edecekti doğal olarak.
Saçları onun saçına benzerse onun gibi olacağını düşünüyor, bundan mutluluk duyuyordu.
Oysa daha neler vardı, yırtık yamalı pantolon, rengi atmış önlük, yüzündeki güneş yanığı, kahvaltıda yediği peynir kokusu, ayağındaki kara lastik falan.
Haydi, hepsini aştı diyelim, ya köylülük?
İşte onu aşması zordu.
İmkansız hatta!
Öğretmenin çocuğunun adı bile hoşuna gidiyordu. Ali ismi köylü ismiydi, kendi adından utanıyordu.
Ertesi gün okula gittiğinde Çağlar’ı görmemeliydi.
Çağlar Ali’yi görünce Ali utanacak, yerin dibine geçecekti.
Okula da bere takarak gitti.
Öğretmeni çıkar onu derse hastayım diyecekti.
Yalan söylemek çok da zor değildi.
Çocuklar yalan söylemeye korkudan başlardı, sonra ayıplanma korkusundan, daha sonra da günü kurtarma derdinden yalan söylemeye devam ederlerdi.
Saçlarının niye sıfıra vurulduğunu kimseye anlatmadı Ali.
Çağlar ile karşılaşmamak mümkün değildi, aynı sınıftaydılar.
Öğretmen sert bir ses tonuyla başındaki bereyi çıkar dedi Ali’ye!
Sınıf da sıcaktı zaten, gerek de yoktu hasta olsa bile.
Gözyaşını içine akıtarak çıkardı Ali bereyi.
Sınıftaki herkes kahkahayı bastı!
Çağlar da gülmüştü, hem öğretmen çocuğu hem öğretmen bir aile terbiyesi almış Çağlar!
Öğretmenler velilerin eğitimsiz olduğundan, şımarık çocuk yetiştirdiğinden dem vursa da, Çağlar o terbiyeden muaf büyüyordu.
Teneffüs zili çalınca Ali dışarı çıktı ve diğer derste yoktu.
Öğretmen fark etti ama herhangi bir şey de yapmadı.
Dersten kaçan Ali eve gitse dayak yiyeceğini bildiği için bahçelere gitti, okulun bitiş zamanında eve giderim nasılsa diye düşündü.
Hava da soğuktu, üşüdü. Üstünde gocuk falan da yoktu.
Elini sürekli saçlarına götürüyor için için ağlıyordu.
Öğretmen çocuğu gibi olmak için birkaç fiziksel değişim yeter miydi be Ali?
Saçlar gitmiş, evde de okulda da alay konusu olmuştu Ali.
Ama hiç kimse o saçların niye o hale geldiği konusunda herhangi bir fikre sahip değildi.
Ali birgün, Çağlar’ın yanına gidip ona birlikte oyun oynamayı teklif etti.
Çağlar Ali’ye baktı ve,
Annem seninle oynamamı istemiyor! Dedi.
Ali Çağlar’a uzun uzun baktı, bir saniyede en az on sene gözünü ayırmadı Çağlar’dan.
Ali o gün okulu bırakma kararı aldı.
Eve geldi, direk yatağa girdi. Titriyordu.
Hummalı bir hastalığa yakalanmış gibi üşüyor, yorganın altında kan ağlıyordu.
Anası elinde ıslak bez ile alnına soğuk tampon uyguluyor, babası aspirin aramak için komşulara gidiyordu.
Ali’nin iyileşmesi uzun sürdü.
Okula gitmese dayak kaçınılmazdı ama artık onun için okul bitmişti.
Her sabah binbir bahaneyle okula gitmeyeceğini söylüyor, Ali’yi kimse ikna edemiyordu okula gitmesi için.
En sevmediği ev işlerini bile yapıyor, okul deyince kaçıyordu okuldan.
Dersleri çok iyi olmasına rağmen, hem devamsızlık hem de başarısızlık yüzünden sınıfta kaldı Ali o sene.
Öğretmeni de, çoban olmasının daha faydalı olacağını söylemişti babasına.
Ali davar gütmeye başladı. Zevkle yapıyordu o işi.
Arkadaşları tertemiz kıyafetlerle okula gidiyordu, Ali yağmurda, karda, kışta hiç gocunmadan davar güdüyordu.
Köye inip okulun çevresinde işi olduğu zamanlar köşe bucak gizleniyor kimseye özellikle de Çağlar’a görünmemeye çalışıyordu.
Arkadaşlarıyla buluşuyor bazen onlarla okul hakkında konuşuyor, onlardan bilgiler alıyorlardı.
Okulda birgün Çağlar’ın doğum gününü kutlamışlar herkes Çağlar’a hediye falan almış, Çağlar’ı da babasını da annesini de mutlu etmişler.
Ali, doğum gününün ne demek olduğunu ilk defa orada öğrenmişti.
Arkadaşları da acayip özenmiş olmalı ki, ballandıra ballandıra anlatmışlardı Ali’ye!
Ali dağda koyun güderken okulun olduğu tarafa bakar, okuluna hiç özlem duymazdı.
Arkadaşları okulu bitirdi, kimisi ilçeye gitti başka okullara, kimisi sanayiye gitti, kimisi Ali gibi çobanlık yapmaya başladı kimisi köyde başıboş gezmeye başladı.
Öğretmenin de tayini çıkmış Çağlar’ı alıp gitmişlerdi.
Ali bir gün dağdan eve geldi, evde değişik bir hava sezinledi ve evdeki olağanüstü durumu anlamaya çalışıyordu.
Yemek yenilmiş Ali de aç idi. Mutfağa bir şeyler atıştırmak için gittiğinde ablası bunu mutfağa sokmadı.
Biraz sonra evdeki ışıklar kapatıldı, Ali elektrik gitti zannetti.
Ali’yi oturma odasına çağıran ablası elindeki tepside yanan muma üflemesini istedi.
Ali’nin arkadaşlarından duyduğu doğum günü olayıydı bu!
Ali ışığı yaktı, ablasının elinden mum yanan pastayı aldı duvara fırlattı.
Ali için alınan hediyeyi de sobanın içine attı.
Evdeki boş bir odaya girdi, kapıyı kilitledi, kimseye kapıyı açmadı.
Bir iki saat sonra Ali yeniden hastalandı.
Bu sefer daha fena idi.
Sabaha kadar kimse uyumadı Ali’nin başında beklediler. Sabah olunca doktora götüreceklerdi araba bulurlarsa.
Ali birkaç ay yataktan kalkamadı. Doktora da gitti ama bir faydasını görmedi.
Dağları özlemiş, hasta haliyle sürekli dağlara bakıyordu.
Arkadaşları iş güç sahibi olmuş Ali bir baltaya sap olamamış koyun güderek hayata tutunmaya çalışıyordu.
Çağlar da doktor olmuş, nasılsa bildiğim bir memleket diye Ali’nin köyünün bağlı olduğu ilçeye tayin istemişti. Ali’nin bundan haberi vardı.
Herkes gibi askere gitti, dönüşte evlendi, evinin direği çocuklarının babası olmuştu.
Elinde küçük bir radyo, dağlarda koyun güdüyor, türküler eşliğinde günü bitirip akşam olunca evine dönüyordu.
Eve döndüğü bir gün gene evde olağanüstü bir durum vardı.
Anlamak için bekledi, eşine sordu cevap alamadı.
Bir zaman sonra gene ışıklar kapatıldı, Ali’nin dünyası kararmıştı.
Aklına gelmeyen başına geldi.
Büyük kızına annesi doğum günü partisi yapıyordu.
Ali sessizce evden çıktı, çıkarken eşiğe düştü. Apar topar kaldırıp doktora götürdüler.
Ali doktora giderken şuuru yerinde değildi. Gözünü açtığında kendisini muayene edenin Çağlar olduğunu fark etti.
Çağlar Ali’yi tanımadı. Nefret ettiği köylülere nasıl doktorluk yapacak ki bu adam, diye geçirdi içinden, sonra aklına para geldi, sustu…
Ali’nin titremesi çekilmez bir hâl aldı, gittikçe artıyordu inlemeleri.
Serum, iğne derken Ali kendine geldi.
Hastanede kaldı o gece.
Doktor Çağlar serviste Ali’yi kontrol ederken sordu nasılsınız Ali bey?
Ali doktoru kendine çekti, kulağına,
Annen benimle ilgilenmene izin verdi mi artık? dedi…
M’S