Geldiler, Gördüler, Hissettiler, Gittiler (Deneme)
Dumanlar tütüyordu üstünde, ocağında aş pişiyor, herkes sobası yanıyor zannediyordu. Uzak bir dağ başındaydı evin, uzaktan bakıyorlardı sana.
Yaşadığının bilincindeydiler, bilinçli bir yaşantının olduğu fikri sabitti kafasında etrafındakilerin. Bilirlerdi adımlarının tedbirini, sağlamlığını yollarının. Yol kaygan olsa da, karanlık olsa da tünel, yürüyeceğini, içinden çıkacağını düşünürlerdi.
Dert eden yoktu, dert etmeye vakitleri çok olsa da.
Kapın kapalı olsa da dokunulunca açılacağını bildikleri için uğrayan olmuyordu, uğrak yeriyken bir zamanlar. Nefes almaya gelirlerdi nefesi tükenenler, sabır dilenirlerdi, bir bardak demli çayın kokusunu çekip giderlerdi içmeye vakti olmayanlar.
Kurumaya yüz tutmuş bir ağacın önce en ince, sonra gittikçe kalınlaşan dallarının, daha sonra gövdesinin kuruduğu gibi çekildiler. Yapraklar, meyveler çoktan dökülmüştü.
Kış zannettin sen güzden sonra, güz bitti, kış bitti, köklerindeki can suyunu baharın ilk ışıklarıyla harekete geçirmek isterken, köklerden daha yukarı çıkamıyordu, suyun damarları kesilmiş, kurumuştu gövde.
Hayallerin yeşeriyor ama gövdene ulaşmıyordu. Dimdik ayaktaydın oysa. Yağmur, fırtına, boran sökemiyordu seni yerinden.
Yeşerecek diyorlardı, bekliyorlardı, bakıyorlardı. Çekip gittiklerinden bile haberleri yoktu. Uzaktan seyre dalıp yeşereceğin güne dair ipuçlarını yakalamaya çalışıyorlardı.
Güneşe uzanan başın öne eğilmeye başladığında anlaşılır gibi oldu toprağın altında kalacağın, bakıma muhtaç, dokunulunca dökeceğin yaşlarla hayata tutunabileceğini bilenlerden bir el bekliyordun, eller yakındaydı, beklediklerin uzakta.
İyiydi düşüncelerin her şeye rağmen, sadece köklerinde kalsa da derman, yeşerebileceğinin umudunu koruyordun.
Kendi kendine ayağa kalkmak kolaydı, dirilmek yeniden, anlamlar yüklemek, kolaydı. Tohumken bile yarıp toprağı fışkırmıştın, göğe salmıştın başını.
Gelsin istiyordun, bir el! Tutsun, dokunsun ve çıkarsın toprağın altından. Gelecek diyordun, tüm korkularını koyup bir kenara, tüm sitemlerini yakıp, o el gelecek.
Sen avazın çıktığı kadar sustun, “beklemesini bilenin saadet ayağına gelir” diyerek o anı bekledin, cümle alem uykudayken, nakış nakış ördün gözyaşlarınla sabır hırkasını.
Zamanı durduracak, zamana meydan okuyacaktın, gelecek diyordun, kımıldıyordu köklerin, ayaklarına can gelmişti, dokunacak ve yeşertecek…
Çocukça bir bekleyiş yerini olgun bir rüzgara bıraktı, rüzgar efkarı da dağıttı, hayallerinle ördüğün duvarları da yıktı geçti.
Elinin havada kalmasına dönüp bakan olmadı, kimse mecbur da değildi dönüp bakmaya.
Kendi kendime yeşereceksem, kendi meyvemi kendim yiyeceksem, dokunmayacaksa hiç kimseye bir faydam, toprağın altı üstünden daha iyi, demeye başladın.
Hissedilmeyi bekledin, hissettirmeyi umut ettin.
Gördükleriyle değil, hissettikleriyle yaşayanlara bel bağladın.
Geldiler, gördüler, hissettiler, gittiler.
Sana reva gördükleri hayatı yaşadın, yaşadığına hayat diye inandırıyordun kendini, kendin kendi yaşamına ve sana dayatılanlara isyan etmen gerekirken inanıyordun. Ne elde edecektin sana ne vereceklerdi?
Düşüp bir kuyuya bağırdın, bağırdın, bağırdın…
Aldılar götürdüler hayallerini, izbe bir yere bıraktılar, senin peşinden gideceğini biliyordu herkes, gittin, bulamadın, hayallerini çaldılar, seni çaldılar, ekmeğini kesseler bu kadar koymazdı sana.
Durup da söyleyemedin hiçbir şey hayallerinin peşinden, söyletmediler.
Hep başkasına buldun suçu, içten içe görmedin, görmek istemedin yalınlığını.
Yalınlığın yalnızlığındı oysa. Yalnızlığını kemirttin beş para etmezlere…
M’S
2012