SEN BİLE ÜNİVERSİTE KAZANDIYSAN! (ANI)


SEN BİLE ÜNİVERSİTE KAZANDIYSAN! (Anı)
Hiç unutmam üniversite sınavına hazırlanıyordum.
Doksan 3 yılıydı…
Bu arada epey bir yaşlanmış olduğumuzu da öğreniyoruz…
O zamanlar üniversiteye hazırlık dergisine abone olmak meşhurdu.
Arkadaşın biri abone olmuştu da çok imrenmiştim…
”Keşke bizim de bir püskevitimiz olsaydı.” keşke ben de abone olsaydım derken arkadaşım bana, birlikte çalışırız dert etme demişti.
Dergi aylık mıydı, haftalık mıydı tam emin değilim de, derginin gelmesini dört gözle beklerdik.
Şimdiki çocuklar da keşke imkânsızlık içinde olsaydı demeden edemiyorum en azından bilgiye ulaşma konusunda.
Ben dergim yok diye içerlerken o zamanlar benden önce üniversite kazanan ve ODTÜ’de okuyan teyzemin oğlu vardı, Allah selamet versin, bana o zamanlar revaçta olan ‘aşama’ dergisi vardı bir yıllık setini paket yapıp göndermişti de nasıl mutlu olmuştum.
Dergiye abone olan arkadaşımla benim dergiyi takas yapacaktık. İkimiz de farklı kaynaklardan çalışmış olacaktık.
Zaman neleri getirip neleri götürüyor…
Al sana vefasızlık örneği… Kendi adıma benden daha vefasız pek kimse yok galiba.
Dergiye abone olup dergisini benimle paylaşan arkadaşım Hasan Hüseyin ile de bana dergi gönderen teyzemin oğlu Muzaffer ile de hiç görüşmüyorum. Neredeler, ne haldeler hiçbir fikrim yok.
Ne hazin!
Dergi abonesi olan arkadaşımın üniversite hayali yoktu pek fazla. O yüzden o gelen dergilere bakmadı pek.
Aslında benim de yoktu üniversite hayalim yani kendime güvenmiyordum. Yoksa kim istemezdi köyün çile ve eziyetinden kurtulmayı…
Lise son sınıftaydım.
Bir sırada üç kişi oturuyorduk.
Yanımdaki iki arkadaş hummalı bir şekilde üniversiteye nasıl hazırlanılır onun planını yapıyorlar, birbirlerinden fikir alışverişinde bulunuyorlar, beni de teşvik etmeye çalışıyorlardı.
Yanıma gıpta alıp onlara gıptayla bakıyordum tabi.
Onlar sürekli takdir alan çalışkan öğrencilerdi.
Bense her yıl en az iki zayıfla bir üst sınıfa geçen tembel öğrenci…
Lise hayatımda sadece lise üçte bir dönem ‘teşekkür’ almıştım o da o iki arkadaş sayesinde. Aldığım belgeyi evde odamdaki aynaya asmıştım da ertesi güne kalmadan bizimkilerden biri yırtmıştı… Kim olduğunu hâlâ bilmiyorum da üzülmüştüm önce, sonra da üzüldüğüme üzüldüm.
Günlerden birgün o iki sıra arkadaşımın heyecanına bakıp düşündüm…
Hani vardır ya,
”Bir saatlik tefekkür bin yıllık nafile ibadetten evladır.”
İşte o bir saat… Ne mi düşündüm?
Kendime sesleniyorum:
”Lan oğlum, bu iki arkadaşın ikisinin de maddi durumu iyi, birinin babasının yığınlarca koyunu var, traktörleri var, diğerinin babasının otobüs şirketinde otobüsü var, senin neyin var? Bunlar onca zenginliğe rağmen ders çalışıyor üniversite hayali kuruyor da sen neyine güveniyorsun da çalışmıyorsun?” dedim kendime.
Ardından ekledim, teşbihte hata olmaz. ”Kaz uçar da Laz uçamaz mı?”
O dergi olayları bu tefekkürden sonra başladı…
Hemen işe koyuldum başladım ben de çalışmaya.
Ama nasıl çalışma?
Arkadaşlar sınıfta öyle sorular çözüyor, öyle konulardan bahsediyorlar ki ben işim olmadığı zamanlar dumura uğrayıp bir çay içip geliyorum.
Farklı dünyaların insanları gibiyiz sanki.
Onlara sorulan sorular bana sorulmaz inşallah diyesim geliyor.
Meğer onlar dersleri sürekli takip edip, yazılı sınavlarına neyin çalışınca her şeyden haberleri varmış…
Tabii benim o taraklarda bezim yok…
Onlar ders çalışırken ben abimden çaldığım kitapları okuyorum, köyün işinden fırsat bulursam.
Gene birgün babam bana koyunları gütmeye git dedi, ben de üşengeçlikten odamdaki kitabı karıştırıyordum acaba fikrinden vazgeçer mi düşüncesiyle…
Elimdeki kitabı görünce epey bir fırça yemiştim.
O zamanlar iki kademeli idi sınavlar, ilk sınav Nisan ortaları idi.
İlk sınava girdik sonuçlar açıklandı, ben sınıfta epey bir derece yapmışım.
Yaptığım dereceye ben dahil inanan tek kişi yok.
Kelâm hocamız vardı, Allah selamet versin, bizimle nitelikli anlamda ilgilenen…
Hepimize soruyordu sınav durumunu.
Sıra bana geldi, yaptığım neti öyle sinik, öyle silik bir şekilde söyledim ki…
Hoca inanamadı. Çok sevindi ama inandırıcı olmadığı için arkadaşlara sordu. Yanımdaki arkadaş, evet hocam durumu iyi türünden bir şeyler söyledi.
Diğer dersleri bilmem de Türkçe’den bir iki tane yanlışım vardı galiba.
Bir arkadaşımın çocuğu üniversiteye hazırlanıyordu ve ailesi çok tedirgindi…
Bu hikayeyi ona anlatınca gözleri fal taşı gibi açılmış, dönüp şunu söylemişti bana:
”Sen bile üniversite kazandıysan bizim oğlan haydi haydi kazanır, üç senedir dershaneye gidiyor, nasıl umutlandım şimdi!”
Tabi onun oğlan kitap okumuyor, evde suyunu bile annesinden istiyor, sadece ders çalışıyordu. Kazanamadı!
Not: Benimle dergisini paylaşan Hasan Hüseyin Vural’a,
Teyzemin oğlu Muzaffer Öztürk’e,
Bana ilham kaynağı olan sıra arkadaşım Hasan Bal’a ve Selahattin Aydemir’e sonsuz şükranlarımla…
Mustafa Süs


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YouTube