Kimseye verecek herhangi bir sözüm ve kimsenin elinden tutacak kelimelerim yok, benim kelimelerim cümle oluşturmak için, cümleyi tamamlamak için ve haytalık yapmak için çıkarlar su yüzüne.
Ne bir heykel dikiyorum, gelip taş hakkında fikir yürütülsün diye, ne de çaput bağlamanız için sarkıtıyorum dallarını ağacımın.
Sarıp sarmalar beni kelimelerim, içine hapseder, kelimelerimle ördüğüm duvarlar içinde kendime güveni bol zamanlar biriktiririm.
Bir taşa yaslanmak, yumuşacık sözlere ve iltifatlara yaslanmaktan yeğdir. Taş sırtına batsa da bilirsin ki acıtmaz, bilirsin ki taştır o, görevidir batmak. Pamuklara sarıp sarmalayan sözler boğar beni.
Soğuğu neden daha çok sevdiğimi, sıcaklardan neden daha çok nefret ettiğimi, nefreti her fırsatta neden çok dile getirdiğimi bana taşlar, taş gibi sözler daha iyi anlatır.
Yoluma serilen halılarda yürümeye göreyim, bir de ne göreyim, çekiliverir altımdan halılar, yürümeye ikna edilince.
Ben görmeyeyim yüzünü sıcağın. Çayım sıcak olsun, kanım sıcak olsun, içtikçe çayımı kelimelerim sıcak olsun.
Hoş gelmese de kelimelerim, mavzerden çıkan bir kurşun gibi çıksa da kalemimden, kelimelerimle tutunayım hayata.
Hayata tutunacak başka neyim var, var mı beni herkesten gizleyecek bir duvar, kendi içime hapsedecek, kendimle baş başa bırakacak kendime meydan okuyacak başka liman?
Unutmak istiyorum öğretilen tüm lisanları, unutturmak istiyorum kendime sözleri kıvrılıp gelen insanları.
Zor severmiş kimisi, kolaya kaçanlar kınanırmış, basitliğin de ne lüzumu varmış değil mi?
En kolayından kaçmak istiyorum, en kolayından susmadan, konuşarak hiçbir şey anlatmadan kaçmak istiyorum, her şeyden, herkesten.
Atın beni, kendi haline bırakın işte.
Madem kelimelerim hırçın, madem meydan okuyorum kalabalıklığınıza, madem çıkarmak istemiyorum tüm maskelerimi, beni maskelerimle, kendimle, kelimelerimle, bir anlam veremediğiniz cümlelerimle, dizelerimle, baş başa bırakın, kaçın veya kaçmama laf-söz etmeyin.
Biliyorum haklısınız, biliyorum ki, hakkım yok size haklısınız demeye.
Ben mi tutacağım her düşenin elinden, ben mi taşıyacağım dünyayı gene sırtımda, her zaman olduğu gibi ben mi sokakların dilini ezberleyeceğim, kaldırımların canı cehenneme öyle mi?
Neticede kazanacak siz olacaksınız, neyin feryadı tırmalıyor ki kulaklarımı, neyime feryat ediyorsunuz?
Siz kuş tüyü hayallerinizle silah kuşanmadan ateş ederken karşınıza çıkan herkese, benim de kuş tüyü kelimelerim var namlusuna katran karası geceleri sürdüğüm.
Olur, da belki bir gün dönmek istersem, döneceğim yer özüm olur.
Namludan çıkan birkaç kelimelik sözüm olur.
Beni benimle imtihan etmeseydi Yaradan, ben de kimseye doğrultmak istemezdim kelimelerimi.
Şimdi siz gene rüya âleminden sesleneceksiniz ve ben sizin rüyalarınıza girmeden kelimelerimi de alıp gideceğim, içimde kalan ukdelerimden bile vazgeçerek.
Kolayına kaçacağım işte, nesi var ki bu illetin? Alt tarafı niteliksiz bir yaşam ve alt tarafı, düşünmek boyuna…
Haydi demeden gitmeyi öğreteceğim kendime!
Mustafa SÜS