İLKOKUL ÖĞRETMENİ ÖNEMLİ!
Hiç unutmam, ilkokul dördüncü sınıftaydım.
Çalışkan bir talebe değildim ama ona rağmen övünmek gibi olmasın da yüksek olurdu notlarım.
Günlerden birgün babamla bahçede çalışırken bahar günüydü galiba, bizim öğretmen ve birkaç öğretmen yürüyüşe çıkmışlardı, bizi gördüler selâm verdiler.
Seksen 4 yıllık eğitim hayatımda babam okula bir kez gitti benim için, o da okula yazdırmak için, şimdilerde kayıt ettirmek deniliyor.
Bizim tandırın bacasında oynuyordum, babam seslendi neredesin diye kafayı kaldırdım buradayım dedim.
Gel seni okula yazdıracağım dedi. Üstüm başım is… Elimle çırparak üstümü başımı, gittim tabi…
Dur bir duş alayım diyecek halim yok ya…
İsmet Emmim’in,
”En mutlu insanlar belki de
baca temizleyicileridir
Öyle dar, öyle kara karanlık bir yerdedirler ki
Yüreklerini geniş, dayanıklı
aydınlık tutmak zorundadırlar.
Buna yükümlü sayarlar kendilerini.
Baca temizleyicileri başkalarını sevmekle kalmaz
Başkalarınca sevilirler aynı zamanda
Çünkü herkesi düşünmeyecek kadar mutlu
Herkes tarafından düşünülmeyecek kadar mutludurlar.” şiirinden haberim yoktu o zamanlar.
İsmet Özel’den sonraları haberim oldu. Liseye gidiyordum, abim kocaman bir kitap getirmiş bir baktım, üstünde ”Zor Zamanda Konuşmak, İsmet Özel” yazıyor.
Uzun süre okudum, okudum, anlamaya çalıştım falan… Bilirsiniz, birikim olmadan anlamak zordur İsmet Emmim’i.
Bacadan çıkıp okula yazıldım. Görüp göreceğim oydu, bir daha babamı okulda görmek nasip olmadı.
Küçük bir ayrıntı daha, adımın Mustafa olduğunu da okula yazılırken öğrendim.
Rahmetli Büyükanam ben doğunca adımı Ali koymuş.
Babam da, tüm çocukların adını sen koydun, evde mutlaka Peygamber Efendimizin adı olmalı bunun adını da Mustafa koyalım demiş.
Kütükte Mustafa da olsa herkes Ali demiş.
Bir de derler ataerkil yapı var Türk toplumunda diye…
Adımı soran olunca, ardıç kütüğünde Ali, nüfus kütüğünde Mustafa derdim de bana İncilli Çavuş derlerdi. Sonradan öğrendim, İncilli Çavuş mizah yönü olan bir adammış.
Neyse…
Birkaç kez veli toplantısına çağırdım, ”Benimle ne işleri olur ki, para isteyecekler zaar.” der gelmezdi okula.
Ben de veli toplantısı falan yaparken kimseden para istememeyi şiar edindim sırf veli okula gelmez korkusuyla.
Bahçede çalışırken öğretmene babam sormak zorunda kaldı, bizim Ali’nin durumu nasıl? diye…
Öğretmen de,
”Durumu iyi de, sizden bir ricam olacak, evde ders çalışmasın.” dedi.
Babam şok tabii.
Niye diye sordu…
”Evde ders çalışınca bana ders anlattırmıyor benimle tartışmaya giriyor.” dedi.
Bu durum babamın hoşuna gitti, baktım bıyık altından gülüyor…
Sarı kaytan bıyıkları vardı genç iken, şimdi ağardı tabi…
Okulda Din dersinin uygulamalı bölümlerini ben anlatırdım okulda. Öğretmenlik de yapardım yani… Bizim öğretmenin Din dersi ile ilgisi yoktu, evde de çalışmazdı, kaç kez uyardım oralı olmadı…
Cuma vakti beni beklerdi birlikte camiye giderdik yanıma durur bana bakarak kılardı namazı. Bir keresinde hiç unutmam, imam Fatiha suresini okuyunca rûkuya eğildim öğretmeni şaşırtmak için, o da benimle eğilmişti. Tabi benim namaz gitmişti gülmekten. Allah’tan şimdilerde ilkokulda Din derslerine branş öğretmenleri giriyor da o sorun çözüldü.
Tabi bu işin şakası…
Öğretmenim günlerden birgün bana sordu, dördüncü sınıfın ortaları idi galiba.
Oğlum diğer derslerin çok güzel de, niye matematiğin iyi değil?
Öğretmenim, senden önce bir öğretmen vardı sen gelene kadar bir ay dersimize girdi, bana da takmıştı kafayı, şımarık olduğumdan dolayı. Bir gün tahtaya çıkardı, zor bir soru sordu. Çözemedim, bana attığı tekme yüzünden matematikten soğudum, nefret ediyorum bu dersten dedim.
Öyleydi gerçekten…
İlkokul yılları kadar önemli bir zaman dilimi yoktur.
Çoğu şey o zaman oturur.
Çocuğun yetişmesinde aile birinci etken ise ilkokul da ikinci etkendir.
Çocuğu iyi öğretmene vermeye çalışmaktan ziyade, ”Değerli Öğretmen”e vermeye çalışmak önemlidir.
Mustafa Süs