Alev Alatlı ile yabancı dil eğitimiyle ilgili söyleşi
Alev Alatlı ile 2008 yılında yabancı dil ile eğitim üzerine yapılan bir röportaj.
İşi gücü bırakıp herkesin anlayacağı şekilde burada söylenen ne varsa hepsini herkese anlatmak isterdim.
M’S
YABANCI DİL ARACILIĞI İLE EĞİTİM
EĞİTİME DAİR
29 Haziran 2008, Tempo Dergisi, Selin Ongun söyleşisi,
Geçen hafta Sultan Ahmet’te düzenlenen Konuşan Kitap Şenliği’nde Cumhurbaşkanı eşi ile ile yazar Alev Alatlı arasında ilginç bir diyalog yaşandı. Alatlı “Hanımefendi burada ama… Bir gün Türkiye’nin kraliçesi olursam, kimse, ne ODTÜ, ne Boğaziçi yabancı dilde eğitim yapamaz” dedi. Ve “Kraliçeliğinizi bana verir misiniz?” diye sordu. Hanımefendi ise “Haklısınız ama yabancı dil de ihmal edilmemeli. Çocuklarımız kendilerini hem Türkçe, hem yabancı dilde çok iyi ifade edebilmeli” diyerek cevap verdi.
Kaliforniya Üniversitesi’nde psikolojik dilbilim üzerine çalışan, İngilizce ve Almancayı ileri seviyede, Rusça ve Japoncayı orta seviyede bilen yazar Alatlı, işin aslını anlattı.
Önce şu “Bir günlüğüne kraliçe olmaya” açıklık getirelim?
“Konuşan Kitap Şenliği”nde bir ara eğitimde kullanılan dil konusu açıldı. Yeni bir konu da değildir ama nedense bir türlü doğru dürüst gündeme gelmez.
Neden?
Kafa karışıklığı var, bu bir. Yabancı dil öğretiminde muazzam rant var, bu iki. Kafa karışıklığı şöyle: Öğrenciye anadili Türkçeye ek olarak İngilizce, Rusça, ya da hangisiyse artık, yabancı dil öğretmek bir şey; matematik, biyoloji, tarih vb. öğretmek için yabancı bir dili kullanmak ayrı şeydir. Bu ayırım kafalarda net olmadığı için, yabancı bir dilin aracılığıyla eğitim yapılmasının sakıncalarına işaret etmeye kalktığınızda, “Türkler anadillerinden başka bir dil bilmeseler de olur” diyormuş muamelesi görür, meseleyi gündeme getiremezsiniz bile. İkincisi, yabancı dil tüketiminde muazzam rant var. En derme çatma anaokulundan, en itibarlı üniversitesine kadar, eğitim sektöründe faaliyet gösteren hemen tüm aktörlerin ortak çıkarına olan bir uygulamayı sorgulamak imkânsız gibidir. Fevkalâde güçlü bir birleşik cepheye çatılır. Bakınız, ülkemizin yetiştirdiği ender dehalardan Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu’nun serencamı. Siyasilerin de altından kalkabilecekleri bir iş değildir; gericilikten, ulusalcılığa her türlü etiketi yapıştırıverirler adama.
Hanımefendi diyordunuz?
Evet, şenlikteki söyleşide Türkiye’de atı alanın Üsküdar’ı geçtiğini, bu saatten sonra eğitimde yabancı dil kullanma yanlışına ancak “ben yaptım oldu” diyecek bir otoritenin son verebileceğini söyler, bir de ülkenin kraliçeliğine talip olup, ODTÜ’de, Boğaziçi’nde radikal dil reformu yapmak sözü verirken okurlarıma, Hanımefendi, tüm zerafetiyle çadıra süzülüverdi.
Pardon, siz kime zarif dersiniz?
Bir ortama usulca, efendice girmeye çalışan, içerip girip “Herkes baksın, ben geldim” tavrıyla hareket etmeyen insana zarif derim. Hanımefendinin girişi çok zarifti. Efendice kendine ayrılan yere geçti. Ben de şakayı kesmeyip, konuştuklarımızı özetledim. Bir de arzuhal sundum: “Kraliçeliğinizi bana verir misiniz?” O da “tabii” mealinde bir şey dedi, gülüştük. Olay bundan ibarettir, nitekim.
Size “Yabancı dil de ihmal edilmemeli” demiş ama?
Yabancı dil ihmal edilmemeli derken, elbette haklıdır. İnsanlarımızın kendilerini hem Türkçede, hem yabancı bir dilde ifade edebilir olmalarının önemi şöyle dursun, teknoloji üreten dilleri bilmemek demek, çağdaş gelişmelerin gerisine düşmek demektir ki, kabul edilemez.
Yabancı dilde eğitimin suyunu mu çıkardık?
Suyunu çıkarmak ifadesi hafif kalır! Çocuklarımızı eğitmek için yabancı bir dilin arabuluculuğuna baştan talip olmamalıydık!
“Bu kadın ulusalcı mı oldu?” diyenler olacaktır şimdi.
Beni kimin nasıl sınıflandırdığını kestirmeye çalışarak yaşayamam. İsteyen istediğini düşünsün. Bakın, öğrencinin öğrenme isteğini, bilime ilgisini, kendine güvenini yitirmesi, toplumsal bağlamda, anadiline, kültürüne olan güven ve bağlılığını kaybetmesi gibi sakıncalardan bahsetmiyoruz bile.
Neden bahsediyorsunuz?
Teknik bir arızadan söz ediyoruz. Şöyle ki, yabancı dil aracılığı ile eğitim yöntemiyle, ne fizik, kimya, matematik, biyoloji gibi temel bilimleri, ne psikoloji, sosyoloji gibi sosyal bilimleri, ne de murad ettiğiniz yabancı dili doğru dürüst öğretebilirsiniz. Yaygın inancın aksine, yabancı dil aracılığı ile eğitim, bir yabancı dil öğretme yöntemi değildir. Sanmayın ki, meselâ, ODTÜ mezunu bir mühendis ya da psikolog ‘şakır şakır’ İngilizce konuşur. ‘Şakır şakır’ da ne demekse, tabii! Kaldı ki, yabancı dilde okuma ve anlama hızı, anadile göre çok daha yavaştır. Yabancı dil aracılığıyla eğitim gören öğrencilerde bu hız anadiline göre 3-5, giderek 6-8 kat hatta daha yavaş olabilmektedir. Bu durumun öğrencide yaptığı tahribat şöyle dursun, eğitim sistemini ne denli yavaşlatabileceğini düşünün. 21.yüzyıldayız, daha da yavaşlayacak halimiz kaldı mı?
Simitçi amcaya anlatır gibi anlatır mısınız; Yabancı dilde eğitimin topluma verdiği zarar nedir?
İki ana dil olmaz. Bir tane olur. İnsan beyni bir dile göre kurgulanır. O kurguyu bozarsan çocuğu ezberciliğe itersin. Fizikte fizik hocaları olur. Ama fizikçi çıkaramazsın. Matematik öğretmeni olur ama matematikçi çıkaramazsın.
Ya “Bir dil bir insan iki dil iki insan” formülü?
Bu sözü başka bir dilde duymadım. İki insan olmak da şizofrenidir, unutmayınız.
Bir de “Görüyor musun, koskoca Türkiye’nin Başbakanı İngilizce bilmiyor. Yakışıyor mu hiç?” var. Bu bakışının neresindesiniz?
Bunu söyleyenlerin büyük bir kompleks içinde olduğunu düşünüyorum. Koskoca Amerika’nın Başkanı da Fransızca bilmiyor. Vay vay vay!
Başbakan’ın İngilizce bilmesi fena bir şey mi?
Kötü bir şey değil elbette. Fakat her tarafımızdan kompleks akıyor.
Yabancı dilde eğitim bu kompleksten mi kaynaklanıyor sizce?
Tabii ki. Sınıf atlama niyetimiz…
Ne zamandan beri öyle; Lale devri?
Batı’ya karşı yenildiğimizi hissettiğimiz andan itibaren. Önce bir fasıl Fransızca olmuş şimdi ‘monşer’lerin yerini tikiler aldı.
Anaokullarında Çince dersi talep eden veliler de var?
Velilerin çocukları aracılığıyla sınıf atlama hevesleri, akademik hafifmeşreplikle birleşince 4-5 yaş çocuklarına Çince, Japonca öğretimi gibi saçmalıklar da tanıtım broşürlerinde (ve okul ücretlerinde!) yerini buluyor tabii. Oysa, dilbilimden şu kadarcık nasibini almış her akademisyen bilir: Çocukların kavrayış ve düşünce yetenekleri, yaratıcılıkları bir ömür boyu anadillerinin ses birimlerini, sözcüklerini, söz dizimini, kavramlarını içselleştirmelerine bağlıdır. Zihinsel üretim bu temel üzerine bina edilir. Anadilini iyi bilmeyenin, hiçbir yabancı dili iyi bilemeyeceği de bir vakıadır. Bilmem siz hiç bir Türk öğretmeninin Türk öğrencilere İngilizce konuşarak fizik ya da edebiyat öğretmeye çalışmasına şahit oldunuz mu? Ben, oldum. Sizi temin ederim, kara mizahtır. Çocuklarına bu kadar düşkün, yemeyip yediren, giymeyip giydiren bizimki gibi bir toplumun, ne yapıp edip, eğitimde yabancı dil kullanmaktan vazgeçmesi yaşamsaldır.
Bu fikre karşı olanlara verebileceğiniz somut bir zarar var mı?
Elimizde ciddi araştırmalar var. Türkçeyle eğitim gören Siyasal Bilgiler Fakültesi, Mülkiye, öğrencileri ile İngilizce eğitim gören ODTÜ öğrencileri üzerinde yapılan bir çalışma, anadilinde anlama ve anlatım yetenekleri üniversiteye girişte SBF öğrencilerinden daha yüksek olan ODTÜ öğrencilerinin, son sınıfta, anlama, anlatma yeteneklerinin, yani, yaratıcılıklarının, SBF öğrencilerinin gerisine düştüğünü; giderek lise bitirme aşamasındaki yeteneklerinin de altına indiğini gösteriyor. Bu araştırmanın ilk verileri 2003’te iki ayrı bilimsel toplantıda açıklandı. Yeterli mi, elbette yeterli değil!
Bir günlüğüne kraliçe olsanız gerçekten tüm derdiniz bu mudur?
Yabancı dil aracılığı ile öğretim, ciddi bir eğitim reformunun ancak bir parçası olur!