Va gardaşım va (öykü-deneme)
VA GARDAŞIM VA (Öykü-Deneme)
Hiç unutmam bugün dağda gezerken elinde kovalarla mantar kovalayan kadınları görünce,
Abla mantar var mı buralarda dedim.
”Va va olma mı çok va” dedi.
Genelde alışık olmadığımız bir durum.
Nasıl yani dedim, Kanlıca da mı var?
Zaten Kanlıca va gardaşım dedi.
Normalde Kanlıca toplayan nerede olduğunu pek söylemez. Değerli bir mantardır çünkü. Varlığından başkasının da haberi olursa varlığını bilenler bundan rahatsız olurlar.
Beni mest eden mantarın olup olmaması değildi. Beni mest eden, değerli bir şeyin varlığının faş edilmesi idi.
Nasıl yani?
Öyle bir hale geldik ki değerli dostlar! Dostlar dediğime bakmayın o lafın gelişi.
Dostluk öyle herkese hele de aleni söylenecek şey değildir.
Kolay mı dost olmak? Ben olamam meselâ. Hakkını veremem dostluğun…
Olduğu kadar diyene bi’şey diyemem elbet ama gerçek anlamda ne Ebû Bekir gibi dost olabilirim ne de Ebû Bekir’in dostluğunu hak edebilirim…
Kavramlar da açıldı saçıldı nefsine yenik düşerek, dostluk kavramı da aldı nasibini bundan…
Eskiden öyle miydi ya?
Öyleydi herhalde ney yani? Bakıyoruz eski kitaplara önüne gelene dost diyor insanlar.
Neyse sinirlendim şimdi.
Öyle bir hale geldik ki diyordum ya… Bakmayın o dediğime… Öyle bir haldeydik ki Kabil’den beri… Ağır bir yükümlülük olmayacaksa iyiydik yoksa kendimize Müslüman sadece…
Bu kendine müslüman lafı nereden geliyor bileniniz var mı?
Bunu da araştıralım bence, belki iyi bir şey öğrenmiş oluruz kim bilir?
Ben araştırdım, herkesin bildiği ”bencil insan”
Farklı bir hikayesi var ve onu da bilen varsa buyursun açıklasın, kim ne kaybetmiş bildiğini başkasıyla paylaşandan? Bilgiden söz ediyoruz tabi, dedikodudan, laf taşımaktan değil.
Konumuza dönecek olursak, epey bir dağıttık toplayana aşk olsun…
Öyle bir haldeyiz ki…
O çok sevdiğimiz, değer yüklediğimiz köylüler bile Allah’ın mantarının yerini söylemez kimseye.
Söyleyen görünce de şaşırır kalırız, ahan da benim şaşırıp kaldığım gibi.
Dağlarda sorarlar köylüler, nerelisin? Uzak memleketin adını duyan da rahatsız olur.
Uzaklardan gelmiş benim dağımda mantar topluyor, derler, iç sestir bu. Bakışlardan da anlaşılır, başkasından da duyulur.
Sevmiyoruz arkadaş, birbirimizi sevmiyoruz ya.
Seven insan evindeki ekmeği paylaşır, kaldı ki dağın mantarı…
Va gardaşım va…
Bu cümle öyle ısıttı ki içimi hâlâ tekrar ediyorum saatler geçmesine rağmen.
Elindeki poşete bakıp dolu olduğunu gören pişman oluyor senden önce senin dolaştığın yeri dolaşmadığı için…
Derviş kaşığı olayımız vardı ya bizim…
Öldü o, çok oldu öleli. Adem’den beri ölü o.
”Va gardaşım va!” diyen o kadar az ki…
En uç kesim o kesim oluyor.
İki kişi aynı sınava giriyor, kaybeden kazananı ağız ucuyla tebrik ediyor.
İki kişi farklı farklı kulvarlarda iş yapıyor, başarılı olan nazardan gidiyor, başarısız olan karnının darlığından…
Ataşı yaktım, çayı demledim, kafamın içinde dolaşan tilkilerle cenk halinde iken, iki kişi geldi, biri hafiften görmüş geçirmiş diğeri sadece bakmakla yetinen iki kişi…
Belli ki denetim ekibi…
Kontrollü ateşe izin veren türden arkadaşlar…
Çay var dedim, buyurun…
Nasıl yani diyor! Bize pek çay veren olmaz bu dağlarda…
Onları boşver, patates bile var dedim, közde hem de.
Nerelisin dediler, uzaklardan dedim…
Birbirine bakarak, bizim dağın tadını uzaklardan gelen çıkarıyor demesin mi? Dedi işte!
Hepimiz böyle değiliz, iyiler, misafirperver olanlar elbette çok ama…
Bir soruyla konuyu kapatacağım…
Bir dereden, suyun içinden altın topluyorsunuz…
Her gün gidiyor topluyor akşam dönüyorsunuz.
Günün birinde derenin suyu kesildi, altın toplama imkanı kalmadı, akşam eve dönerken biri rastladı, sordu, nereden topluyorsunuz bu altını?
Su kesilmeden önce değil, su kesildikten sonra sordu soruyu…
Kaç kişi söyler yerini?
Soru da bitti, hikaye de bitti.
Ben zaten bittim…
”Va gardaşım va!” cümlesine… Cümlesinden razı olsun Allah….
Mustafa Süs