Sizli Bizli Yalnızlık (Maarifin Sesi)
Sizli Bizli Yalnızlık
Bizde yalan yok derken kendimi muaf tutmuş, kendime bir sürü yalanlar söylemiş haber de etmiştim size. Sizlere söylediğim yalanların haddi hesabı yoktu.
Hesabını tutmadım gülemediğim zamanların, ağlayamadığım, güldüremediğim, göremediğim, göstermediğim zamanların hesabını tutmaya ne hacet?
Siz beyninizi çalıştırıp, beyninizi kalbinize nüfuz ettiremezken ben veya kendiniz, size gülüyorduk, sizin gülmeyi hak etmediğiniz kadar.
Sizli bizli olduk biz, epey oldu buna, sizin farkında olduğunuz ama farkında değilmiş gibi yaptığınız bir zamandı. Belki de zamandı bizi, sizli bizli yapan.
Zamanın gözlerinden müthiş bir yaş akıyordu, en dehşetli anlarıydı, zamanın anı mı olur demeyin, sizliydik, bizli olamadığımızdandı her şey.
Her şey o kadar hızla akıp gidiyordu ki, zamanımız yerinde çakılı durduğu evhamına kapılmış, hızla akıp giden günlerin de hesabını tutmamıştık.
Siz ayrıntıda gizlenen şeytanla ahbaplık kuruyordunuz, büyük resmi görmemek için; biz gözünüze sokma gayretinden vazgeçeli çok olmuştu.
Yara vardı evet inkâr edilemeyecek kadar da büyümüştü, onulmazdı, onulmaması için de derinleştiriyordunuz, biz tuz basalım diyorken, siz duygularınıza tuz basıyordunuz, oysa kokuyordu duygularınız, bozulsun ve çöpe atılsın umuduyla sakladığınız duygularınız kokuyordu gerçekten.
Size emanet edilen kendi onurunuzu, ayaklarınızın altına almazdan önceydi, biz hesap yapıyorduk ve yanılmadık, çıkardığımız sonuçla üç geliyor, beş gidiyordunuz, gitmeyi biz hak etmiştik oysa gidebilmeyi siz akletmezden önceydi.
Sizin yediğiniz elma yüzünden kovulmadık biz cehennemden, bizzat cehennemin dibinde karargâh kurmuş, sizi bekliyorduk, biz kendi yalanlarımızdan ötürü kurmuştuk karargâhı, şimdi aslına rücu eden gayretkeşler gibi, sallanıyorduk ayakta, gayretimiz heba olmazdan önceydi.
Yakışmıyordu size yalnızlık, beceremezsiniz, altından kalkamazsınız diye, birkaç kez denedik tuz basmayı derinleştirdiğiniz yaraya biz, oysa ‘yandım anam!’ feryadıyla kalkıp gittiniz, gitmez gibi yapıp, gitmezden önceydi aslında.
Bizim yatsıda sönen mumlarımızın daha erkene alınması için gün dönümünü beklemek neyinize yetmiyordu, elimizde –tedarikliydik- birkaç mum daha vardı, güneşimiz de vardı ha! Yakınca sizin tüm kirlerinizi, tüm yalanlarınızı kapatıverecek, denedik güneşi örtmeyi üstünüze, kirlerinizin, kendiliğinden beliren yalanlarınızın üstüne, görünsün istemiyorduk, kıyamıyorduk da üstelik size ve yalnız kalmanıza.
Yalnızlık bize yakışıyordu da ne oldu?
Bize yakışanı yaptınız siz, size yakışmıyorken yalnızlık, sizi de bizi de yalnız bıraktınız.
Biz, elinizin hamuruyla erkek işine karışmayın, gidilecekse biz gideriz, siz elinize yüzünüze bulaştırırsınız koca gitmeleri, dedik, söz dinletemedik.
Aslında böylesi daha iyi olmadı!
Size biraz karizma, biraz gurur, biraz da bencillik kattı belki, geminizi yüzdüremeyecek kadardı, ne kadarını kullanırsınız bilemeyiz biz!
Bizim bildiğimiz yalnızlığımıza yetmez, bilirsiniz. Bilemezsiniz demiyoruz bakın, hala size bir şans daha vermiş gibi yaptığımıza bakmayın diye.
Sizi herhangi bir durakta indirmek için yavaşlayan ama durmasını beklemediğiniz arabanın kapısını hızla açıp çok karizmatik bir inişle inip, herkesi kendinize hayran bırakıyordunuz lakin araba yoluna devam ederken sizin geride kalan halinize, etraftaki kimseyi tanımadan, ellerinizi bile koyacak yer bulamadığınız halinize, sizden önce biz gülüyorduk.
Düşünsenize, bir sürü ortak şarkımız yoktu mesela, siz arabadan inince hemen başka makamlara geçiyorduk biz, ortak şarkımız var zannetsinler diye, ortaklaşa birçok şarkıya eşlik ettiğimizi inkâr ediyorduk, inkâr başlarda iyiydi, siz sonlarda da inkâr etmiştiniz!
Hayır diyor ama “illa” diyemeden hayır demeye devam ediyordunuz.
Siz kafanızın içinde biriktirdiğiniz şüphelerle kalbinize nüfuz edemiyor, kalbinizin yalnızlaşmasından hiç gocunmuyor, hatta hiç çaba sarf etmeden, kalbinize söz geçirdiğinizi zannediyordunuz.
Sizi yok sayıp size verilecek cezayı kesmek yerine, kanatırcasına bağrımızı, dişlerimizi sıkarak biriktirdiğimiz kelimeleri üstünüze boca etmekten geri duracağımızı mı zannettiniz?
Bağımızda bahçemizde ne kadar gül varsa hepsini tarumar ederken siz, kelimeleri kuduzlaştırıp köpekleştirip üzerinize salmayacağımızı mı düşündünüz?
Siz ahlak timsali gibi ayaklarınızın ucuna bakarak yürürken, içinizden geçirdiğiniz ihaneti göremediğimizi mi düşündünüz?
İhanet ki, bizim gülleri ayaklar altında ezerken, başka kimsenin gülüne dokunmamakla eş değerdi.
Yalnızlık hala yakışmıyor size, bize yakıştığı kadar!
Mustafa Süs