SARIMSAK KOKULU KELİMELER ( Deneme)
Sizin sahip çıkmaya değer bulmadığınız doğrularınız kadar benim canla başla sarıldığım ve uğruna yıllarımı feda ettiğim yanlışlarım, yanılmışlıklarım var…
Söze neresinden başlarsanız başlayın, insanlar kendi üstlerine alınmazlar, mutlaka bir üst kişiye ya da bir alt kişiye layık görürler sözü ve üstlerine alındıklarını söyleyenler de gereğini yerine getirmez, yerinden oynatmazlar kendilerini…
Sizin sahip çıkmaya üşendiğiniz ve salt size söylenen sözlere, ben sahip çıkmak için nelerimi feda ettim bilemezsiniz.
Neresinden başlarsanız başlayın ya da en sade haliyle kurun cümlelerinizi ve gelin üstüme. Bir başkasına bile söylemiş olsanız, isabet etsin diye bana, tam da karşısına geçerim, alnımın tam ortasına, yüreğimin içine işlesin, tarumar olsun diye, beynime!
Siz “iyi günde kötü günde” cümlesi ile başlayan, kuru ekmek, soğan edebiyatı yapın, inanmam ben.
Bir insanı yanlışlarıyla kabul etmek, doğrularıyla kabul etmekten daha zordur, bilirim.
Aksini ispat etseniz de, ikna edemezsiniz beni.
Siz denizin kenarındaki çer-çöpü görüp alabildiğine maviden; griliklerine aldanıp ümitleri yeşerten yağmurlardan, yağmur yüklü bulutlardan vazgeçersiniz, bunu da bilirim…
İtirafımı mazur görün, bildiklerimin ne kadar yerinde bilgiler olduğu, yaptığım yanlışlardan mülhem…
Herkes acıyı içinde yaşar, ben edebiyatını yaparım.
Yalnızlığa meftun olduğum kocaman bir yalan, kurtulmak istemediğimden belli değil mi? Sizi oyalayan ne varsa, ne kadar söz, ne kadar değer varsa, içinizdeki yaşama hevesi, mutlu olma çılgınlığı, zamana bıraktığınız korkularınız ve üstü açık kalsın da erken iyileşsin dediğiniz yaralarınız bende kabuk bağlar.
Beni kendime bağladı sizin doğrularınız, öyle ki, açıp kapağını bakmaya bile değer bulmadığım…
Şimdi güneşin yok yere en zayıf noktalarımı yakması gibi, kışın elimden kayıp gitmesi gibi, yağmurların sel olup akması gibi karşıma geçip, bana narsis, ukala, sevimsiz deyin…
Deyin ki yüzünüze her çarptığımda kendi benliğinizi, kendi sahip çıkmaya değer bulmadığınız doğrularınızı, yaşamak için yaşatmak değil de, kendi karnınızı doyurma isteğinizi, yardımseverliğinizin bile kendi egonuza yardım etmekliğinizi, üşenip aynaya bakmayın.
Elimi ne kadar sıkarsanız, kemiklerinizin o kadar çok battığını, acıttığını anlamadığımı sanmayın. Sırf bu yüzden kimsenin elini sıkma gayreti içine girmediğimi de yok sayın.
Oysa en hafif el sıkmayla bile, içine yansıdığım Ben’ler var. Elinin tersiyle iterler adamı, yalan mı?
Yalansa yalan işte. Kimi inandıracağım bu yaştan sonra, süzülen, kendiliğinden…
Öldükten sonra, yaşam gösteren çoğ olur, doğduktan sonra “niye doğdun?” diyen…
Biliriz biz kendimizi, siz de biliriz. O yüzdendir siz ’siz kalışımız!
Sarımsak kokulu kelimelerimizle uzaklaştırırız da el eden olmaz, tersiyle elinin.
Kavgayı ölmek için seçenler, kavgadan korkmaz. Ben ipi kendim geçiririm boğazıma, siz vurun kelimelerime tekmeyi…
Sallanıp düşerim belki üzerinize!
M’S