MÜNASEBETSİZLİK İŞTE (Deneme)


MÜNASEBETSİZLİK İŞTE (Deneme)
Evdeki odaların çokluğu, hepsinin kullanışlı olması ve evdeki sobanın atılıp yerini kalorifere bırakmasıyla başlayan çöküş bizleri teslim aldı.
Eşyaların üzerinde oturmak yerine onları başımızın üstünde taşır hale geldik.
Kanepeye, halıya, koltuğa düşecek olan çay lekesi yüzünden oturup rahatça çayımızı içip, çoluk çocuk evde hırgür yapamaz duruma düştük.
Ona dokunma, onu kullanma, orayı kirletme, ortalığı dağıtma…
Kendi evinde eşyanın ve titizliğin esareti altında özgürlük mücadelesi verir hale geldik.
Ayak baş parmağımızın üzerinde yürüyerek evde bale yapar gibi dolaşır olduk.
Eskiden soba yanardı, sobanın etrafında toplanır, sobanın sıcaklığını iliklerimize kadar hisseder samimiyetin esareti altında özgürlük savaşı vermeyi aklımıza bile getirmezdik.
Modernleşmenin getirdiği varlığın yok edişine teslim olduk.
Yok olmadık, yaşıyoruz, varlığımız devam ediyor gibi görünsek de,
Aynı evin içinde özgür, varlıklı, mesafeli bireyler olduk. İstediğimiz zaman istediğimiz kadar yalnız kalabileceğimiz odalarımız var.
Soba yakma derdi yok, oda sıkıntısı yok. Mutfakta alettirikli bir alette altındaki suyu sürekli kaynayan, kaynadıkça da çayın demini mahveden bir çay makinesi, dileyen gidip alır çayını gupasına, çekilir odasına.
Herkesi esir alan eşyalar, aletler var.
Kimi televizyon karşısında, kimi telefonun diğer ucunda, kimi ekranın içinde, kimi kendi içinde…
Telefondan,başını kaldırmayan, televizyondan gözünü ayırmayan da rahatsız bu durumdan, onlarla ilgisi olmayan da…
Hatta, işin en kötüsü de…
”Aman iyi ki ilgilendiği bir alet var yoksa şimdi bununla ben neyi konuşacağım?” diyerek karşıdaki kişiden zerre kadar samimiyet beklentisi olmayanın içler acısı savruluşu…
Düşünsenize, dokunsan boş teneke gibi ses geliyor, o sesin gelmesinden daha iyidir o kişinin iletişimsizliği.
Bırak elindeki aletle sanal dünyada kendisini pazarlama işine girsin.
Bırak televizyon karşısında yutturulmaya çalışılan senaryolara ağlasın ya da gülsün.
İçindeki kirden bîhaber yaşayanın, içindeki kin, nefret, öfke kirini temizleme çabasında olmayanın etrafı pırıl pırıl olsa ne yazar, seninle iletişim kursa ne yazar?
Sobanın külü kilime dökülüp kilimde delikler açmadığı günden beri coşkulu, gürültülü, parlak, varlıklı bir yokluk içinde kıvranıp duruyoruz.
Şark odası kurnazlığına esir düşen sözüm ona gelenekçiler de yok değil.
Uyanık tüccarların gelenekçileri sömürmek için ürettiği çok kullanışlı gibi görünen ama vitrin eşyası olmaktan öteye geçmeyen halı, minder, yastıkları evin bir odasına hapsedip odanın da kapısını kilitli tutan gene kanepeye, koltuğa teslim olan insanlar var.
Böyle giderse bizler, geçmişe sadece özlem duyarak yaşayıp çocuklarımıza da geçmişi hayalet dünyası gibi anlatacağız.
Topraktan elimizi eteğimizi çekip, toprakla ilgilenenlere tepeden bakıp, topraktan doğal besin bekleme garabetine düşeceğiz, düştük de üstelik.
Kendi paramızla aldığımız her şeyin bize hizmet ettiğini düşünerek yaşayıp gidiyoruz.
Oysa ayaklarını uzatarak çay içmenin, kitap okumanın keyfini daha fazla çıkarabilirdik lüks eşyalar olmasaydı.
Geriye dönüş mümkün mü? Asla değil!
Peki niye yazdım bu yazıyı?
Münasebetsizlik olsun diye!
Eşyanın değil yazdığım yazının esiri olayım diye.
Her zaman yaptığım şey değil mi?
Duruşuna, değerlerine, istikametine karşı münasebetsizlik yapanların tekerine çomak sokma münasebetsizliği göstermemek başlı başına münasebetsizlik değil midir?
M’S


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YouTube