”İlk karşılaştığımızda kimin iyi, kimin kötü olduğunu bilmiyorduk.
Zamanla öyle insanlarla karşılaştık, öyle sıkıntılar yaşadık ki…
Artık yüzüne bile bakmaya gerek duymadan, kimin iyi, kimin kötü olduğunu öğrendik.”
Diyenlerden olmadım hiç.
Olamam da. Bende olduğunun farkında olmadığım bir sürü hasletler varmış, zamanla öğrendiğim… Başkasını nasıl bileceğim Allah aşkına?
İnsan sarrafı değil, kendimin sarrafı olmak istiyorum ben.
Ağırdan satmam gereken yerde yeğni davranmama adına.
Hiç olmayacak yerlerde ağırdan alıp da insanları kendime güldürmeme adına…
Biz biraz da “bilmediğimizi bildiğimiz iddiasıyla” ortaya çıkınca gülünç oluyoruz.
Bakmayın insanların nezaketinden ötürü gülmediklerine bize uluorta…
Onlar gülmüyor, bizi makaraya almıyorlar diye kendimizi bir şey sanıyoruz.
Ya arkamızdan gülüyorlar ya dedikodumuzu yapıyorlar, bilemiyoruz.
Bilmişlik taslamak zaten ata sporumuz gibi.
”Aklıma gelmişti, hissetmiştim, belliydi böyle olacağı.”
Bunları söyleyerek kendimizi matah bi’şey zannediyoruz.
Aklımıza gelenler, hissettiklerimiz nedir biliyor musunuz?
En kötüsünü düşünüyoruz. Olursa ben anlamıştım, diyoruz. Hissetmiştim diyoruz.
Olmazsa hiç oralı olmuyoruz.
Yanıldım demeyi akıl etmiyoruz. Aslında aklımıza geliyor da, yanılmayı kendimize yakıştıramıyoruz.
Oysa insanız alt tarafı!
Hani şu beşer denilen, şaşar denilen türden insanız her birimiz.
Kendimize yüklediğimiz anlamın içinin ne denli boş olduğunu bir türlü idrak edemiyoruz.
Ön plana çıktıkça, ön planda görünmeye çalıştıkça, arada parlak fikirler ileri sürünce bizi adam yerine koyacaklar zannediyoruz.
Oysa insanların işine yarayınca insanlar bizi adam yerine koyar, fikrimizin parlak olup olmaması mühim değil.
İnsanların işine yaramayacak birileri ileri düzeyde parlak fikirler ortaya koysa da ilgi görmez.
Göreceği ilgi varsa da geçicidir.
Ferasetli, kadirşinas, âlim insanların yanında zaten insan olman yeterli, artı bir değere ihtiyacın olmaz.
Göze girmeye çalışan insanların gözden düştüğü bir zamanda yaşıyoruz öteden beri.
Zira göze girmeye çalışan göze batıyor, göze batan gözden düşüyor.
Gözden düştüğün zaman ne yaparsan yap, ağzınla kuş da tutsan tekrar göze girmen mümkün değil.
Tâbi zengin olur, etrafında seni uçuracak birkaç mürid edinir, piyasaya hâkim olursun, o ayrı.
Paranın geçmediği yerler de var, bakmayın böyle dediğime.
Paranın geçmediği yerler, paraya kimsenin çok fazla da ihtiyacının olmadığı yerlerdir.
Kendini tanımak, yetersiz olduğunu bilerek kendini geliştirmeye çalışmak, kendini öne çıkarmadan yaşamayı şiar edinmek, en büyük kazanımdır!
Ötesi yoktur, olmamalıdır.
Dillere destan olmayı, her yerde senden söz edilmesini, hatta senden övgüyle söz edilmesini istemek övgüyü değil yergiyi hak eden bir beklentidir zaten.
Ben bilirim, ben anlarım, benden iyisi yok, benim gibisi yok, ben olmazsam olmaz, gibi cümleleri bırakın bir ortamda söylemeyi, insan kendi kendine bile böyle cümleler kurmadan yaşamalı. Yaşamayı göze almalı.
Çok bağıran kazanıyor, çok bağıran göze giriyor, kendisini satmayı bilenler göz dolduruyor deseler de…
İnanın güneş değince hepsinin foyası ortaya çıkıyor, eriyip gidiyorlar. Saman alevi gibi onların bağırış, çağırışları…
Marifetli olmak, marifetli görünmekten yeğdir.
Mustafa SÜS