İhtirasın Felaketi
Sendika başkanı olacaksın.
Sendikaların genel merkezinde üst düzey görevlerin olacak.
İl-ilçe teşkilat başkanı olacaksın.
Yönetim kurulu üyesi olacaksın.
Başkentte genel müdür, daire başkanı olacaksın.
İtibarlı bir Sivil Toplum Kuruluşunda yönetici olacaksın.
Geliri veya itibarı olan bir dernekte görev alacaksın.
Ensesi kalın insanların gölgesinde fotoğraf çektireceksin. Fotoğrafta görünebilmek için boyun küçük ve arkalardaysan parmaklarının üzerinde yükselip kafanı göstermeye çalışacaksın.
Önemli olacaksın. Değerli olmak varken.
Bir ortama girdiğinde yakandaki rozetten ötürü insanlar seni ayakta karşılayacak.
Hatırı sayılır biri olacaksın…
Torpil arayan seni bulacak.
Engelleri aşmak isteyen seni bulacak.
Yukarılardan birileriyle bağlantı kurmak isteyene sen ön ayak olacaksın.
Telefonların susmayacak.
Gittiğin yerlerde yemekleri bedava yiyeceksin.
Sonra yavaş yavaş, insanları küçük görmeye başlayacaksın.
İşlerini halledemediğin insanların sana eski bağlılıkları kalmayınca onlara hakaretler edeceksin.
Yukarıdan baktığın insanlara açgözlü diyeceksin, görgüsüz diyeceksin, kendini bilmez, haddini bilmez onlar diyeceksin. Nerede ne konuşacağını, nerede nasıl davranacağını bilmezler, diyeceksin.
Odana hatırı sayılır insanlar girince el pençe divan durup onları ayakta karşılayacaksın ama sözüm ona itibarsız biri girince yerinden bile kalkmayacaksın.
Gerekirse devletin veya bağlı olduğun kurumun imkanlarını da kullanacaksın.
Mesela, çocuğunu okula makam aracınla götüreceksin. Devletin kesesinden seni kişisel olarak ziyarete gelenlere, kendine kişisel konum kazandırırlar umuduyla hediyeler alacaksın, onların karnını doyuracaksın.
Sonra gün gelecek ki bu gün kesin gelir…
Bir imza ile ya da yaptığın affedilmez bir hata ile görevden azledildiğinde ya da sırtını dayadığın insanın sırt üstü düşmesi neticesinde dayanaksız kaldığında…
Kuyruk salladığın üstlerin tamamı seni görmezden gelirken, ısırdığın astlar senin haline kahkaha eşliğinde gülecek.
Öyle bir düşüş yaşayacaksın ki…
Bir sendika şubesine başkan olabilmek için attığın taklalardan, kırdığın kalplerden, yaptığın dedikodulardan, sabahlara kadar rakibi elemine etmek için geliştirmeye çalıştığın ahlaksız stratejilerden velhasıl hepsinden utanacaksın.
Yukarı çıkmak için üstüne bastığın kim varsa hepsinin yüzü gözünün önünden gitmeyecek.
Seni gören yolunu değiştirecek.
Bir zamanlar telefonlarına çıkmadığın insanlar seni telefonundan silecek hatta sosyal medyasından da engelleyecek.
Bedava yemek davetlerine koştuğun, giderken yanına ağırlık olur endişesiyle davet etmediğin insanlara çay ısmarlamak için bahaneler üreteceksin.
Etrafında kimse kalmayınca, kaliteli yalnızlıktan dem vuracaksın.
Afilli şiirler, fiyakalı sözler terennüm edip, inzivaya övgüler düzeceksin.
İçten içe, kimse yokken meşhur film repliğindeki gibi:
“Az mı ekmeaamızı yedin!” diye feryad-ı figan edeceksin.
Çaptan, makamdan, itibardan düşünce…
O şaşalı ilk güne dönüp:
Keşke o seçimi kazanmasaydım, keşke o koltuğa bir engel çıksaydı da oturmasaydım… Keşke, keşke, keşke diyeceksin…
İhtirasın felaketini yaşamadan öğrenenlere ne mutlu…