Biz insanların her şeye yeter gücü, gücümüz öyle büyüktür ki, deviririz dağları, hayata meydan okuruz, en açılmadık kapıları açıveririz bir solukta!
Bize yüklenen bir misyon var, farkındayız her şeyin. Devdir tüm aynalar, olduğumuzdan da büyük görürüz kendimizi.
Sürekli yükselmeye, sürekli yerimizden şikâyet etmeye programlanmışız. Elimizden geldiğince çıkacağızdır yukarılara.
Gözümüz yükseklerde, yerdedir ayaklarımız.
Ha bire dert ediniriz, ‘herkesler bir yerlere geldi de bizim yerimiz de yer mi?’ diye.
Yeriz, içeriz, uyuruz, geleceğe dair bir şeyler biriktirmeyiz, birileri tutup da elimizden çıkartsın diye bekleriz, tutup kolumuzdan savurmasına engel olamayıp.
Debelenip dururuz, geriliriz, elde ettiklerimize değil de elde edemediklerimize karşı bir hırs bürür içimizi.
Oysa bir kilo taş, bir kilodur.
Ama biz de taş değiliz öyle mi?
Neyiz? İnsanız.
İnsan dediğiniz sürekli gelişmeli, değişmeli, dönüşmelidir.
‘Değişimin olmadığı tek yer mezarlıktır.’
Ne yapıyoruz değişmek, gelişmek için?
Kapalı tüm kapılar, gözlerimizde bir at gözlüğü, tek pencereden bakıp hayata, hayatın bize verdikleriyle yetinmeden başkaldırır gibi yapıyoruz.
Oysa, taştan, eşyadan, rafta duran bir kitaptan yok farkımız.
Çocuklardan biri “En değerli kitap, okunan kitaptır.” yazmış…
En değerli insan da kendisini yenileyen insan değil midir? İçindeki cevheri keşfeden ve birilerini keşfetmesini beklemeyen…
İnsan değil midir, karadan gemiler yürütecek aklı kullanmaya başlayınca çağ açıp çağ kapatan?
Televizyon karşısında uyuklayan bir insanın sabah kalkınca yok mudur bana da bir koltuk diye feryat etmesini neyle açıklayacağız?
Yola çıkanlara imrenip, yola çıkmak için erzak tedarik etmeye başlamak değil midir yükselmek?
Su, birikirse yıkar bendini…
Birikim olmadan, kendimizi yenilemeden, hayata hazırlanmadan, erzak tedarik etmeden, hormonlu bir yükselişe geçebiliriz ama bir iğnenin balonu patlattığı gibi, sönüveririz hemen…
“İnsanlığın gücü, acizliğindendir.” der bilge!
Aciz olduğumuzu fark edip, birilerinin yardımına ihtiyaç duymadan, kendi bileğimizin hakkıyla çıkmalıyız yola.
Birilerinin önümüze tuttuğu fener, o birileri istediği zaman söner.
Hiç bitmeyen ışık kaynağı biriktirmeliyiz. Ki yolumuz hep aydınlık olsun.
Birilerini kıskandığımız kadar, birilerine laf yetiştirmeye çalıştığımız kadar kendimize çekidüzen vermiş olsaydık, at gözlüklerini çıkartmış, hayata daha değişik pencerelerden bakmamızı sağlayan nitelikli bir yelpazeye sahip olmuş olsaydık belki o birilerinin yerinde biz olacaktık, kim bilir?
Dünyayı ufku geniş insanlar yönetiyor, diğerleri kendisini yönetmekten aciz.
Mustafa Süs