Cızırtılı plaktan bir şarkı göndermiş arkadaşım…

Dinledim, dinledikten sonra aklıma gelen ilk cümleyi yazdım cevap olarak arkadaşa:

“Bize eskileri kötü anlattılar; eskiden, eskilerden nefret ettirdiler, şimdi de eskiyi cazip göstermeye çalışıyorlar.”

Arkadaşımın cevabı da manidardı:

“Biz de maşallah kapı gıcırtısına oynayanlar gibiyiz.”

Hoş, arkadaşım “biz de” derken de’yi ayırmamış ben burada ayırdım…

Bu karşılıklı konuşmadan çıkaracağımız sonuçlar neler olabilir?

Bizim kuşak bilir, köyden şehre okumaya gittiğimiz zaman köylü olduğundan utananlar vardı içimizde.

Sadece köylü olduğundan değil, anasının babasının kıyafetinden de utanırlardı.

Arkadaşlar bizi köyüne davet etmezdi köylü hâllerini görmeyelim diye. Oysa bizler de köylüydük. Ve utanılacak bir şey değildi köylü olmak.

Hatta köy ağzıyla konuşmaktan bile hicap duyanlarımız vardı. İstanbul Türkçesi ile konuşmaya çalışırdık.

Şehir hayatına özendirildik gizli bir el tarafından.

Şehirlere okumaya, çalışmaya gidenler; köylerine dönünce eşeğe binmek, bağda bahçede çalışmak, koyun gütmek için can atarlardı.

Bizler de köy hayatından kurtulmak için ders çalışırdık.

Babalarımız bizi motive etmek için;

“Okumazsan bizim gibi sürünürsün!” derlerdi.

Köylüler kendi işinin patronuydu oysa.

Bu ayrımı yapamadık. Şehre gidip başkasının emrinde çalışmayı maharet zannettik.

Şehirden gelene, Batı’dan gelene üşüştük.

Kapı gıcırtısına oynadık arkadaşımızın deyimiyle. Sadece kapı gıcırtısına mı? Hangi havayı çaldılarsa ona oynadık.

Kendi özümüzden kopardıkları; Batı’ya, Batı’nın ışıltılı hayatına özendirdikleri yetmezmiş gibi kanunlarımızı, yasalarımızı, müfredatımızı her şeyimizi değiştirdiler.

Yutturulan zokanın farkına varanlar eskiye dönmeye, ahşap kapıyı sevmeye, cızırtılı plaktan türküler dinlemeye başladılar ama iş işten geçti.

Zokayı cilalayıp yutturdular ve şimdi yutturulan şeyin zoka olduğunu anlatana inanmayan insan yığını oluştu.

Ne kapılarımızı ahşap yapma şansımız kaldı, ne kaloriferleri söküp yerine soba kurmaya hevesimiz kaldı ne de yer sofrasında yemek yemeye cesaretimiz var.

Yeni nesil, köyden nefret ediyor. Sadece köyden değil, büyüklerin hoşuna giden her şeyden nefret ediyor.

Onları marka delisi yaptık, tatillerde otellere götürdük, büyüklerden uzak tuttuk…

Kimisi geçmişinin düşmanı oldu kimisi geleceğe dair umutlarımızı yerle yeksan etti.

Köyden nefret edenler bir zaman sonra köy kahvaltısı peşine düşüp yığınlarca parayı çöp ettiler.

Köylerde tarlalar, arsalar değer kazandı.

Bir yerde okumuştum:

“Eskiden atı olana fakir derlerdi; şimdi atı olana zengin diyorlar.”

Peki, özümüze mi dönüyoruz köye göç ederek? Hayır!

Bu da başka bir özentinin dışa vurumu…

Çocuklarımıza özümüzü, geçmişimizi onların sevebileceği bir dille anlatmaz da onları geçmişimizden tamamen koparırsak…

Bir nesil sonrası ucube bir toplum çıkacak ortaya…


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YouTube