Beklenmedik ne olabilirdi ki hayatta?
Neredeyse yirmi yıl sonra mı anlatacak kadar çok
belirgin bir tekdüzelikti her şey.
Bir gün, sanırım gün batmamıştı henüz.
O geldi.
Sürpriz gibi değil, yavaşça, göstere göstere…
Hissediyordu sanki.
O geldi.
Ben çağırmamıştım ama ihtiyacım varmış.
O geldi.
Şarkılarıyla, hayalleriyle, sevinciyle…
Gülüşü dişlerinden değil, ruhundan dolayı bembeyazdı.
O geldi.
Elinde bütün açmazlarımın anahtarları.
Bir sandalın iki kanatıymışız meğer.
Birleşince çıkıverdik kumdan.
Denizi eze eze…
Gidiyoruz, o var diye üşümüyorum.
Şarkıların hepsi ondan dolayı var.
En sevdiklerimiz gibi,
uzak tutuyor kendinden
takılarından utanan kadınlar gibi.
Süs değil, doğal, hatta kaba…
Çöl gibi, orman gibi, yıldırım, fırtına, tipi,
düşen bir bardak gibi.
Yere çarpmak üzere ve yer kırılacak.
Ona sorsan bilemez, bilmek zorunda da değil zaten.
Sadece o geldi,
elinde bütün açmazlarımın anahtarları…
İkimiz yeni bir dil bulana kadar,
Binlerce yıldır kullanılan seslerle iletişiyoruz.
Şarkılar olmasa daha da zor olacaktı.
İlkeliz, ben, benden kaçtıkça ona sığınıyorum.
Çölüz biz, ormanız, yere düşen iki bardak gibi…
Çarpınca ?Yer kırılmasın! Biz kırılırız? diyecek kadar nazik.
Bütün âşıklar yanılmış, aşk diye bir şey yok.
Ona,?sana aşığım? demem.
Bir sandalın iki kanadı gibi, birleşince sandalız.
Ayrı iken kıyıda tahta parçası…