HATA BENİM GÜNAH BENİM (Öykü)
Hiç unutmam seneee?
Üniversitedeydik, Hıristiyan takvimine göre sanırım ’97 yılıydı.
(Toplanın gelin, aşklı, çiçekli böcüklü bi’şey paylaşacağım…)
Sınıfımızın ve evimizin matrak, muzip, dertli, kederli, neşeli, kapı gıcırtısına bile oynayacak kadar kıvrak bir elemanı vardı.
Kimi zaman uykusundan uyanmamakta ısrar ederse müzikçalardan oyun havası açarak uyandırırdım, yataktan oynayarak kalkardı kendileri, adına da ‘uyuroynar’ derdim.
Olan oldu bu arkadaşımız (ismi mahfuz) okulda bir kıza abayı yakmış.
Bir gün eve geldi, baktım aba yanık, nerede yaktın bu abayı dedim, kızdı bana.
Yeni de bir gözlük almış da bu gözlük işi başka bir aşkın sayfalarında bulsun yerini.
Gel zaman git zaman kızla görüşmek için epey uğraşmış sonra bir netice almış ve çay içmeye gitmişler. Zaten konuyu müzakere etmeye gitmişler denmez, çay içmeye gidilir hep. Sosyete olsa kahve içmeden uyanamıyorum pardon ilanı aşk edemiyorum falan der dudağının dörtte birini büzerek de bizimkisi bazen sosyete olur, ne de olsa o da sonradan sosyalleşti.
Bunlar çay içmeye gitmişler ama bizimki sinirli tabi…
Lan oğlum ilanı aşk ederken insan sinirli olur mu, nasıl bir insansın sen?
Ya dizlerinin bağı çözülür ya içinde kelebekler neyin uçuşur! (Nefret ediyorum şu içinde kelebekler uçuşma olayından.) Bizim köyde olsa,
‘ceciklerim gevşedi’ derlerdi.
Kızla buluşuyor bunlar,
Acele edip gele ki garson söyleye çayı
Sonra bi’ daha gelmeye ki bozmaya havayı…
Kız, okulun popüler olmasa da silik olmayan kızlarından biri.
Oğlanın tipine baksanız, karanlıkta görseniz kaçmazsınız ama karakter olarak Türkiye’de ortalamayı hayli yüksek tutar.
Oradan buradan konuşup ilanı aşk edip çay içmeye gelince mevzu…
Oğlan sinirli, (kızın, buluşmayı sürekli erteleyip, naz yaptığı için) hıncı var ya, daha ilk dakikada hesap sormaya başlıyor…
Sevgili olur olmaz kıza kurduğu ilk cümle yani ilk soru:
Uzaktan bakınca çok yakışıklı falan değilim ama tipim de kaçık değil, giderim var neticede de…
Sen neyine güvenip de naz yaparsın, sanki bulunmaz Hint kumaşı mısınız, pek öyle ahım şahım bi’ tipinde yok… Abov…
Biraz önce sevinçten gözleri parlayan kızın gözünün feri birden gidivermiş tabi…
Elindeki bardağı tuttuğu gibi yok yok şaka vurmamış oğlana. İçmiş, içmiş içmiş çayını.
Neyse bunlar güle oynaya çıkıp gitmişler oradan, herkes kendi yönüne doğru yol almış, bir daha da bir araya gelememişler de… Olan bize olmuş….
Bize ne olmuş?
O günden beri Neşet babanın şu türküsü evin duvarlarının içindeki harç tanelerine bile sirayet etmiş…
”Bilemedim gıymatını gadrini
Hata benim günah benim suç benim
Eliminen içtim ecel zehrini
Hata benim günah benim suç benim…”