SAAT GECENİN BİLMEM KAÇI! (ÖYKÜ)
SAAT GECENİN BİLMEM KAÇI! (ÖYKÜ)
Bir yanımda ders kitapları olurdu, elimde de normal kitap.
Saat gecenin bilmem kaçı!
Misafirlikten dönen babam odama girerken hemen ders kitabını alırdım elime, ödev yapıyor zannetsin diye de kalemle deftere bi’şeyler yazardım.
Roman, hikaye türü kitaplara hep bir gıcığı vardı babamın.
”Ne diye okursanız şunları, dersinize çalışmaz anca roman okursunuz, ben bir kez okusam hiç unutmam romanı” derdi.
Gençliğinde okumuş anlaşılan, çünkü ben elinde Kur’an ‘dan başka kitap gördüğümü hatırlamıyorum.
Odaya girer girmez hemen sobayı kontrol eder, ben kalkıp soba yakarak dersimden kalmayayım diye sobaya odun atardı.
Ağzında da sürekli bir ilahi ya da türkü mırıldanarak.
Oldum olası severdi iş görürken bi’şeyler mırıldanmayı, hele morali de yerindeyse, değmeyin keyfine!
Anama sormuştum bir keresinde,
Babamın nesini beğendin de aldın?
Amaan guzum denir mi öyle şeyler der utanırdı.
Desene, nesi vardı babamın? Diye ısrar edince,
-Nesi olacak, kakülüyle, güzel sesi vardı, yanık yanık türkü söylerdi, dedi.
Ne kadar Halk Ozanı varsa hepsinin türküsü ezberindeydi!
Normal ev sohbetlerinde bile, herhangi bir türkünün içinde geçen bir kelime konuşulsa mutlaka o kelimeyi bir türkünün içine yerleştirir başlardı söylemeye.
Sobaya odunu attıktan sonra sobanın üzerindeki çaydanlığı kontrol eder, çay bittiyse şayet,
Hadi oğlum bir çay koy da, ufak bir kahvaltı yaparak çay içelim, derdi.
Saat gecenin bilmem kaçı!
Ben de babamla birlikte çay içeceğiz sevinciyle hemen kitapları bir kenara bırakıp çayı yapardım.
Çay tam demini alınca babamı çağırmaya giderdim fakat babam,
Ben uyuyorum sen iç çayı, uykum var, derdi.
Odanın içi iyice ısınır, çay demlenir, bir yandan çay bir yandan kitap dayanmaz hale gelirdi bana.
Saatler ilerleyince kapı yavaşça açılır, uyuyup uyumadığım kontrol edilir, eğer uyumuşsam mutlaka üstünü açmıştır diyerek üstümü örtmeye gelirdi.
Hatta bir keresinde odanın en üst köşesindeki yer yatağında yatarken, yorganı alıp en alt köşesine gitmişim, orada bulmuşlar beni de, hâlâ konuşurlar o olayı.
Kitap okurken kafamda hep, acaba babam niye çay içmeden uyudu düşüncesi oluşurdu.
Kaldı ki, saatin kaç olduğunun hiç önemi yok, mutlaka çay içerdi.
Hem de demli içerdi.
O zamanlar, hani şu içine katkı maddesi katılmayan kesme şekerlerden vardı.
Şekeri çaya batırır, şekerde siyahımsı bir renk oluşmamışsa o çay açık diye demlisini isterdi.
Sabah kalkınca sorarım nasılsa deyip okumaya devam ederdim.
Bazen kitap okumaktan sıkılır televizyon açmak için kumandayı arardım ama şükür ki evimizde ne kumanda olurdu ne de televizyon!
Bir keresinde televizyon getirmişti abim eve de anam hemen kaldırtmıştı, eve şeytan aletini mi getirdiniz diyerek.
Vizontele yoksa bizim köyde mi çekildi?
Hoş bizim köyde sinema da yoktu, akülü arabamız da yoktu, kaputumuz da yoktu.
Aküyü çalacak hırsız bile yoktu. Biz çok fakirdik(!)
Sabah olunca babama niye çay içmedin gece demledim diyeceğim, babam uyanmadan okulun yolunu tutardım.
Kış geceleri hep öyle geçip giderdi.
Bir keresinde gene aynı olay cereyan etti.
Babam sobaya odunu attı, bana her zamanki gibi çay demle de içelim dedi.
Ben de nasılsa hemen uyuyor diye sadece kendime göre demledim.
Hoş iki kişilik demlemiş olsam bile, çaydanlığın dibini görmeden veda etmezdim çaydanlığa!
Gittim gene çağırdım babamı, koyunlara ‘yeyinti’ vermiş üzerini değiştiriyordu!
Gelse de gelmese de mutlaka üç bardak olurdu tepside, belki gelir umuduyla…
Şimdi soracaksınız, iki kişi niye üç bardak?
Hayatım boyunca bu soruya çok muhatap oldum.
Üçüncü bardak, diğer iki bardağı sıcak suyla yıkayınca dibini dökmek içindi.
Tamam oğlum geliyorum dedi.
Nasıl sevindim!
Doldurdum çayını ve hemen sordum.
Baba, her gece gelip çay demle içelim diyorsun ama ben çayı demleyince hemen uyuyorsun, niye içmeyeceğin yerde bana çay demlettiriyorsun? Dedim.
-Oğlum, sen çay içmeden ders çalışmaz, kitap okumazsın, hem geç yatıyorsun, acıkırsan kafan almaz okuduklarını ve ben de gelirsem yanına kafan dağılır, o yüzden uyurum ben, dedi.
6 Kasım ’16
M’S