YAĞMURLAR NE ZAMAN ÖLÜR USTA? (Öykü)
YAĞMURLAR NE ZAMAN ÖLÜR USTA?
Ağır bir işçiydin sen usta!
Yaz demeden, kış demeden kendine iş edinmiş çalışıyor, kendini kapatıyordun dünyaya.
Usta, yorgundun, ben seni görüyordum.
Medet umuyordum senden, belki gelirsin kendine, diner yorgunluğun diye.
Sen sürekli çalışıyor elinde keser hayatı yontuyordun, kendini yontuyordun.
Ağır işçiydin sen ustam!
Bir ikindi vaktiydi, gülmenin tam vaktiydi, alnında bulgur bulgur terlerle akıyordun hayatın dibine, bir mendil ferahlığı, bir bardak su serinliği ve demli bir çay dinginliği arıyordun.
“Kolay gelsin” diyenlere, “sağol” diyecek mecalin vardı belki ama buna gerek duymuyordun, kim nereden bilirdi ki senin, neden buna gerek duymadığını!
Hayda!
Sırası mıydı şimdi?
Senin ne bina ettiğini de bilmiyordu kimse.
Elini sürekli taşın altında görmüşlerdi, yalan değil, ben de gördüm.
Benim elim kanıyordu, sen elini her taşın altına koyduğunda ve her taşın altından benim elim çıkıyordu.
Bina sağlam olacak gibiydi be usta!
En azından ben biliyordum bunu.
Başkasının bilmesine ne hacet ki? Diyordun, yalandı bu.
Sen herkesin inanacağı yalanlar söylüyordun, benim inanmayacağımı biliyordun yalnızca.
Usta, koy elini altına taşın altına diyordum, sen taşı her kaldırdığında benim elim, senin yüreğin kanıyordu.
Uzaktan seyrediyordum seni. Uzaktan seyredilmek nedir bilir misin usta?
En azından çayına kaç şeker atılacağının farkındaydım, farkındaydın bunu bildiğimin.
Şimdi usta, hani nasırlı ya senin ellerin, yüzüne her abdest alırken sürüyorsun ve yüzün acıyor ya ellerinden, beni de acıtsana usta!
Benim yüzüme de sürsene ellerini.
Sen elini yüzüne her sürdüğünde benim yüzüm acımıyor usta.
Hadi bi koşu çay yap da gel, diyorsun ya gözlerinle, ben buna çok aldanıyorum be usta!
Sen çay yap diyorsun, ben suyu değil, kendimi kaynatıyorum içinde ve aksilik bu ya, yanmıyorum, kaynamıyorum, kaynatıyorum tüm duygularını, tüm samimiyetini kaynatıyorum, ben? Kaynamıyorum usta!
Bir son vermek mi lazım bu hayata? Bu hayat sana da mı ağır yoksa?
Evinin ışıkları yandı, içinde cilveleşiyor perdelerdeki gölgeler, sen henüz bodrum kattasın, kaçak mı diktiler senden habersiz be usta?
Ortada bir ortaoyunu mu var seninle birlikte benim de bilmediğim?
Bize oyun mu oynuyorsun, ikimize yani, söylesene usta?
Kafamın içinde kaç kazan kaynıyor ve kaç kez daha odun atacaksın ocağımın altına ve ben kaç kez öleceğim, yanarak, yakılarak ve kaç kez dirileceğim küllerimden, sen bana, sana, ikimize niye kıyıyorsun be usta?
Bak görüyor musun bize bir dünya yaklaşıyor, bir ışık var ileride, düşüncelerinden daha hızlı yaklaşıyor, altında kalmak için niye acele etmiyorsun, niye beni mahkûm ediyorsun bu hayata, dünyanın yükü zaten değil mi ki ikimizin de omuzlarında?
Belki de sayıklıyorum ben, belki de tükenmiştir umut ve ben belki de en çok buna seviniyorum, alma sevincimi elimden, dikme o binayı, içinde sen olmayacaksın, ben uzaktan seyre dalacağım, sen altında kalacaksın, başkasına mesken olacak, terlerin akıyordu temeline, temeli sağlam da olsa, içine yerleşeceklerin malzemesi bozuk be usta!
Yağmurlar ne zaman ölür? Çay neden hemen soğur? Bunları biliyor musun usta?
M’S