SORULARLA SORUNLAR
SORULARLA SORUNLAR
İşleriniz aksıyorsa dert etmeyin, aksamadan yürüyen işler bir yere gelir tıkanır, zira kafa patlatmadan, engellerle boğuşmadan varılan hedeflerin içi boş olur.
“Kavgasız evlilikler can sıkıcı olur” der büyükler. Biz onların yalancısıyız. Acı da yemeğe lezzet katar.
Kavgasız, mücadelesiz bir yaşamı seçenler, ne bir iz bırakabilirler geride, ne de ışık tutabilirler geleceğe.
İhtimaller varsa, çelişkiler, girdaplar… Bir yerinden tutunmuşunuzdur hayata. Mücadele olmalı hep, amaç kazanmaksa…
Korkuları bir kenara itip gidebilecek miyiz götürdüğü yere yüreğin? Yoksa korku tarifi yapıp, yeni korkularla ıskalayacak mıyız hayatın geri kalanını da?
Adına özgürlük dediğimiz şeyi hep bir başkası için mi isteyeceğiz. Kendi kabuğumuzu kırma noktasında, kendi ellerimizdeki kelepçeyi söküp atma cesaretini gösterebilecek miyiz?
Dalgalanmayı çok mu göreceğiz? Fırtınalı bir yaşama kucak açmadan, durgunluğu mu seçeceğiz? Yola çıkmayı ne zamana kadar erteleyeceğiz?
Dünün acılarıyla yüzleşmekten korkmayıp, yarına daha bir hevesle ne zaman sarılacağız? Geçmişin karanlığında iğne ararken geleceğin ışığını yakmayı hep ihmal mi edeceğiz?
İçimizdeki duygular hala kış uykusunda iken, baharın gelmesi bize ne anlam ifade eder ki? Günü birlik, gelip geçici problemleri dert etmek yerine, hayattan, insanlardan, başımıza gelen kötü şeylerden şikâyet etmek yerine, sorunun değil de çözümün asıl unsuru olmaya ne zaman başlayacağız?
Kendi ellerimizle büyüttüğümüz sorunların bir gün bizi yiyip bitireceğini görmezden gelmeye devam mı edeceğiz?
Sorun büyütmek yerine, sevgi büyütmeyi, pencereleri kapatmak yerine ufuk açmayı, düşleri köreltmek yerine hayal gücümüzü zenginleştirip, imkânsızı istemeyi çok mu göreceğiz kendimize?
Fasit bir dairenin içinde kıvranıp durmak yerine, içimizdeki ırmağı ne zaman uyandıracağız?
Ceplerimizdeki ağırlığı boşaltmadan mı koşmaya çalışacağız? Tepemizde bir kılıç gibi sallanıp duran karanlıklara, büyüttüğümüz sevgi yumağı ışık olmayacak mı?
Kendimize çeki düzen vermeden dünyaya yeni bir düzen getirmenin hevesinden ne zaman kurtulacağız?
Kendi iç dünyamızı zenginleştirme yerine, başkalarının dünyalarını karartma hevesi cazip olmaktan ne zaman çıkacak?
Bize verilen görevleri yaparken, bir başkasının görevine burnumuzu sokmaktan, kendi işimiz dururken bir başkasının işine nifak sokmaktan ne zaman kurtulacağız?
Bir yerlere yükselmek için illa birilerinin ayağını kaydırmamız mı gerekiyor? Kendimiz olmadan, kendi başarılarımızla göz doldurmadan mı göze girmeye çalışacağız?
Dedikodu yapan insanların derdi, eksiklerini başkalarının kötü yönleriyle ört bas etme gayretinden başka bir şey değildir. Neden iyi ve başarılı olan insanlar dedikodu yapmaz hiç düşündük mü?
Başarıya giden yol, kendi işimize odaklanmaktan geçiyor. Zaaflarımızı tespit edip düzeltmek yerine bir başkasının zaafını gün yüzüne çıkartmaktan değil.
Hatalar olacak elbet, yanlışlar yapacağız, neticede insanız, yaptığımız hatalar, birer tecrübe ve yükselmek için birer merdiven basamağı olmalı. Yanlışta ısrar etmek veya yaptığı yanlış gün gibi ortadayken, ben yanlış yapmadım deyip kendini savunmaya kalkışmak veya en iyi savunma saldırıdır düsturu ile hareket etmek bize hiçbir şey kazandırmayacaktır.
Doğruyu hepimiz biliyoruz aslında, ama kimimiz işimize gelmediği için uygulamıyoruz, kimimize de zor geliyor doğru şeyler yapmak.
“Unutulmamalıdır ki, insan kendi ayaklarının üzerinde kendisi yürümelidir, bir başkasının başarısı ile övünmek, bir başkasının bilgisi ile bilgilenmek insanı bilgili yapabilir ama nihayetinde herkes kendi aklı ile akıllı olabilir ancak.” Montaigne
{fcomment}