ŞİİRE ÇIĞ DÜŞTÜ (Öykü)


ŞİİRE ÇIĞ DÜŞTÜ (Öykü)
En çok düşmanımızı sevdik, dedi adam.
Yoksa şiirlere bu kadar sarılıp uykusuz kalır mıydık?
Şiirin kanser etkisi de varmış, biliyor musun? Dedi… Etkili ve nitelikli şiirlerin içinde kanserojen kelimeler olduğu söyleniyor…
Şiiri ağzını şapırdatmadan oku dedi, köylü bir kadın. Ortada şiir okuyan birileri yoktu, herkes hayret edecekti, ortada kimse de yoktu. Evlerine dağılmıştı insanlar. Sokaktan geçerken tek başına adamın biri, kendi kendine konuşuyormuş.
Evi olmayan adamın komşusu duymuş olanı biteni. Olan bir şey de yokmuş, bitmiş zaten. Bitenin olanı olur mu?
Köylü kadın asabi ve bakımlı adımlarla çarpmış pencereyi, kimsenin olmadığı sokağa. Hayret beklemiş belli ki.
Karşıda bir ev, evin odasında, odanın içindeki dolapta, dolabın içindeki kitapta, kitabın içindeki herhangi bir sayfada, çığ düştü yazıyormuş. Şiirlere, okurlara, şairlere çığ düştü.
Köylü kadın bi’şey anlamamış bundan. Köylü olduğundan değil, şiir okumayı bilmediğinden…
Şairin uydurması belki de. Belki de kadın anlamış anlayacağını. Şiir öyle herkesin anlayacağı dilden yazılmazsa kadının suçu, şiir okumaması olabilir mi?
Hiç şiir okumayan kadın nereden bilecek ki şiirin içinde kanserojen kelimeler olduğunu?
Hem köylü kadın.
Hem de şiir dinlemeyi biliyor.
Saçlarını tarayan yağız bir delikanlıyı seyreder gibi, meftun şiir dinlemeye.
Anlamadığını da biliyor üstelik.
Korkuyor, şiire düşen çığın altında kalmaktan. Ayaklarının altından şiir akıyor nehir gibi, köylü kadının.
Köylü kadın, nehir nedir bilmiyor. Şiir nedir bilmiyor. Okunan şiirin şiir olduğunu duymak, yetmiyor şiirin ne olduğunu bilmeye…
Hem kadının hasta olmaya, hele kanser olmaya henüz niyeti yok. Bir şairin çığ altında kalmış olması da köylü kadını ilgilendirecek gibi değil sanki.
Karşı evin ışıkları da hiç yanmıyor. Kitabın içindeki yazılanları okumak için ışıkların yanmasına ihtiyacı yok kadının. Kadın zaten şiir bilmiyor.
Diri gözleri içinde bir adam beliriyor kadının. Adam, şiirin hasta yanından kalkmış belli, düşman sevici bir ruha sahip.
Sahip olduğu ne varsa hepsini terk etmiş olmasından medet umuyor kadın.
Şiir, diyor, sirayet etmiş adamın hücrelerine. Nasıl bırakıp yaşayacak ki?
Kilo da vermiş adam, saçları dökülmeden önce son bir kez ağarmış.
Kimi kelimeler düşmüş adamın gözlerinin altına, kelime morluğu ve şiir şişkinliği oluşmuş…
Kadının gözlerine bakmaya cesaretim olsa, görecektim tüm bu anlattıklarımı.
Tuhaf olan, şiirin her bedende yaşıyor olmasıydı, adam öyle dedi. Ruha sirayet etseydi, bedenden ruha geçmiş olsaydı şiir, ruhu doyuracak, kanser etmeyecekti kimseyi.
Kanserin ne olduğunu bilmeyen köylü kadın, adamın karanlık evde, üzerine çığ düşen kitabın ortasında ne yaptığını merak ediyordu.
Öksürürken buldu kendini yatakta. Kafasında ne kadar şiirsel duygular varsa, açıp pencereyi yola savurdu.
Kanserin ne olduğunu bilmiyordu ama öksürük hiç de cazip bir davet değildi.
Adamın kitaplar içinden, eski zamanlardan çıkıp gelmesinden, öksürüğü duyup, şiiri çığ altında bırakıp kaçmasından korktu.
Söylentilere göre, kadın adamdan önce, şiirden önce, ruha değil de bedene giren kelimelerden önce, kanserden önce ölmüştü.
Bunda ne vardı ki hayret edilecek?
M’S
04.08
23.02.’15


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir