AYAKLAR NE İŞE YARAR? (Öykü)


1
AYAKLAR NE İŞE YARAR? (Öykü)
Başını yastığın altına gömüp yatınca hiçbir şey düşünmeyecek ve uyuyacaktı.
Öyle de oldu.
Yastık ağırlaştı. Vücudu ağırlaştı.
Yorgundu zaten. Hiç bitmeyen, bitmeyecek gibi olan bir yorgunluğun sahibiydi. Dinlenirken bile yoruluyordu.
Uzaktan bakınca yerinde hiç hareket etmeden duran bir yanardağ gibiydi. İçinde dev ateşler, alev alev yakıyor, yoruyordu.
Kafasında seksen dört tilki geziyor, kuyrukları değmiyordu birbirine. Öyle sıradan düşünceler sahibi değildi. Sevgilim yok, param yok, kimim kimsem yok derdi değildi. Onlar bulunurdu bir şekilde. Bulunmasa da olurdu. Ölümlü dünya değil miydi?
Bu tür basit hayallerin peşinden koşacak güçlü bir iradesi yoktu. Daha büyük de düşünmüyordu hani. Kaosa sürüklenmiş bir ülkeyi de yönetmiyordu. Kendisiyleydi derdi.
En çok da ayaklarını düşünürdü, ellerini, dilinden çıkan sözlerini düşünürdü. İnce hesaplar yapar, hesapsız yaşardı.
Ayaklarının kimseye zararı yoktu. Ellerinin zararı yoktu kimseye.
Diline de sahip çıkardı, dilinden kimseyi incitecek söz çıkmazdı. Hayır, söz çıksa, insanlar incinse de bir şey değişmiyordu. İnsanların incitilmesi gerektiğine, onların yüzüne bilge bir tokat vurulması gerektiğine inancı tamdı.
Zira her seferinde kendi yüzüne o tokadı kendisi vuruyor, inciniyor, yanıp kavruluyordu.
Tahammül edemiyordu etrafındaki insanların bu rahatlığa alışmasına. Elimden, dilimden zarar görmüyorlar, oh ne ala! Diyordu.
Elinden dilinden kimseye zarar gelmeyen inançlı insanları düşündü. Yok yok, kafasındaki o değildi. Rahatına düşkün, hadlerini ve kendini bilmezlerle mücadele edilmeliydi. Edilmezse suçlu kendisi olacaktı. Rahatını kaçırması gerekiyordu insanların.
Sevgilisi, beklediği, kendisini bekleyen birileri yoktu, yok olmasına rağmen, daldığı rüyada bir adam önünde diz çökmüş yalvarıyordu!
Rüya görürdü sürekli, her gün değişik değişik, ilginç rüyalar görürdü. Herkes gibi uçmazdı rüyalarında ama ilginçti. Çoğunu unutmak için çok çaba sarf eder, çoğunu da hatırlamak için bir kâğıda yazdığı bile olurdu, uyanır uyanmaz.
Adam diz çökmese rüya değil gerçek zannedecekti. Rüyada olduğunun farkındaydı. Adamlar diz çökmemeliydi. Boğuk ve tok bir sesle adam;
Ayakların, ellerin, dillerin… Zarar verecekse versin, dört duvar içinde durduktan sonra, ne anlamı var yaşamanın? Gel, dokun, konuş, diyordu.
Yeter ki çık o odadan.
Adam yalvarırken, bir kitapta rastladığı söz geldi aklına,
“Gemiler limanda güvendeler ama hiçbir gemi limanda beklemek için yapılmadı.”
Bilge edası takınmadan konuşan adam kayboldu ortalıktan, ya da rüya bitti, ya da biten uykuydu. Kadere inanmak böyle bir şeydi. Rüya bitince mutlaka bir açıklaması vardı. Bitmesi gerekiyordu bitti.
– Ama en güzel yerinde bitti! desek de, en güzel yerinde bitmesi gerekiyordu demek ki.
En güzel yerinden ölmüyor muyuz bazen, ya da yaşamaya en kötü yerinden başlamıyor muyuz? Geri kalmış ülkelerdeki gibi, borçla doğmuyor mu çoğumuz dünyaya?
Uyandığında tüm olanları hatırladı kadın. Unutmamak için bir kaç kez tekrar etti. Adamı tanımıyordu. Kendini de tanıyamadı. Kendini, sırf böyle bir rüya gördüğü için tanıyamadı. Basit hayalleri olmayan kadınlar rüyalarında niye böyle abuk sabuk şeylerle zaman öldürürler ki?
Nereden biliyordu ki adam kendisinin dört duvar içinde yaşadığını? Rüya dedi sonra. Rüya olduğu geldi aklına.
Yeniden uyudu. Uykuya dalar dalmaz kapıyı sıkıca kapattı. Adamın yeniden gelip yalvarmasını istemiyordu. Hem bir erkek bir kadına niye yalvarırdı ki? Önceden görmeden, herhangi bir şey hissetmeden?
Yalvaran erkeklerden hoşlanmaz, itici bulurdu o tür erkekleri. Üstelik adam alabildiğine çirkin, oldukça da zengindi.
Parası çok olan erkeklerin bir kadına yalvarmasını dikkat çekici buldu.
Çirkinliği aklına gelince de vazgeçti dikkat çekici bulma fikrinden.
Önce, o adama kadın mı yok, cebinde yığınla para dedi, ardından utandı böyle düşündüğü için hemcinslerinden.
Ne yani dedi, kadınlar paraya mı tamah ediyor? Çirkin olmasına bağladı adamın yalvarmasını.
Ya, dedi, adam aslında çirkin değil de, şeytan adamın kılığını değiştirmişse?
Çocukken duymuştu, rüyada salih kişiler hariç kimleri görürseniz görün, hepsi insan kılığına girmiş şeytandır!
Ayakları, elleri sağlamdı. Dili henüz şifresi çözülemeyen beyin hücresi gibiydi.
Kimseye zararı yoktu lâkin faydası da yoktu.
İnsanlar zarar vermemek için odaya mı kapanır?
Hayır, öyle değildi, seciyesi böyleydi. Böyle davranmasının yanlış olduğunu biliyordu ama elinden bir şey gelmiyordu.
Oysa çok uluorta biriydi. Her ortama giren şen şakrak bir hali vardı.
Hayranlık duyduğu kimse olmasa da etrafında, insanlar genelde buna hayranlık duyarlardı.
Bilgisi, kültürü, güzelliği ve gözleri etkileyiciydi. Bakmasını biliyor, derler ya? Tam da öyleydi gözleri. Gözleriyle dokunur, gözleriyle konuşur, gözleriyle azarlar; azar işitince de gözleriyle susardı. Ölse yalnızca gözlerinden belli olurdu öldüğü. Sinsiliği becerememesi gözlerinin en can alıcı özelliğiydi.
Kendisi bile fırsat buldukça gözlerine bakardı aynada.
Gözlerine bakar ve hayal kurardı, aynaya bakıp hayal kurması herkese ne kadar çok benziyordu, herkese benzeyen nadir özelliklerinden biri de buydu. Aynada ne bulursa insanlar? Neden aynada bulursa kendini? Oysa gözlerini kapatınca da görürdü ki kendini insan, gözlerini bile görürdü. Madem gözleri mühimdi, kapatıvereydi. Öleydi.
Gözlerini kısarak:
Bu gözlerin aynısından bir çocuğum olsun, dedi. Sanki deyince olacaktı. Belki de demediği için olmuyordu çocuğu, kim bilir?
Demeyi göze aldı. Gözleri aldı kendini kendinden. Gözlerine daldı çocuğunun. Çocuğunun gözleri de aynı olacaktı, öyle temenni ediyordu. Demediğimiz için olmayan birçok şey var, diye düşündü içinden. Gitmediğimiz için bizim olmayan yerler, sevmediğimiz için başkasının olan insanlar vardı. Belki de dedi, benim çocuğum başkasının şu an. Ona başkası analık ediyor. Rüyamdaki adam babalık ediyor belki ona. İçi daraldı.
Adamın gözleri geldi aklına, nasıldı acaba?
Rüyaya geri döndü. Gözlerini aradı adamın, bulamadı. Sözlerini ezberlemiş ama yüzü çirkin diye, yüzünün ayrıntısı hakkında her şeyi unutmuştu. Adamın çirkinliğinden ötürü, adamın yüzüne bakmamasından utandı. Çirkinler bakılmayı hak etmiyor muydu? Etmiyordu belki de. Adamın dedi, içi güzel olsa, yansırdı yüzüne. Adamın çirkinliği yüzünden, adamın gözünü unutmuştu.
Adam çirkindi evet ama sözleri çok samimiydi. Rüyada samimiyeti nasıl ayırt ettiği hakkında herhangi bir fikri yoktu. Gözlem gücü kuvvetliydi. Kafası allak bullak oldu, içi gene daraldı. Çelişkili bir dünyası var ve bu dünya onu çok yoruyordu.
Şimdi acaba kapıyı aralasa adam gelir miydi? Kalktı rüyasında, kapıyı açık bıraktı geri girdi yatağına, rüyasına geri döndü.
Kadın adamı beklerken, kapıdan bir çocuk girdi içeriye. Çocuk gerçek, rüya gerçek değildi. Öylesine bir çocuktu, alelade bir özelliği yoktu çocuğun, rüya olmasına rağmen.
Anne diye bağırdı çocuk.
Ben bu çocuğu ne zaman doğurdum, demedi. Rüyada böyle düşüncelere girilmezdi, bilinirdi o çocuğu nasıl doğurduğu. Çocuğun babası kimdi mesela? Sormuyordu, düşünmüyordu da bunu.
Gözleri açıldı kadının. Çocuğun gözünü arıyor bulamıyordu.
Oysa çocuk tam karşısındaydı ve konuşuyordu.
Ayaklarım, ellerim nasıl anne?
Gözlerin, dedi kadın, onlar nerede?
Çocuk; gelirsen, dokunursan, gözlerimi de görebilirsin…
Kadın, ayağını elleriyle yoklarken, sahi ayaklar niçin var? Dedi.
M’S
Eylül ’14
www.facebook.com/cayvarmi
www.twitter.com/saskinkelimeler


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir