OLACAĞI VARSA OLUYORDU! (Öykü)


kapı

OLACAĞI VARSA OLUYORDU!
Olacağı varsa oluyordu. Ne bir saniye önce, ne de bir saniye sonrasına kalıyordu. Çıt çıkmıyordu sokaklarda, sokak lambalarının etrafında uçuşan böceklerin kanat seslerini duyabilecekken, yanından kamyon geçse duymayacak kadar dalgındı.
Elleri cebinde, nereye gittiğinin farkında değil, nerede olduğunu önemsemiyor, sadece yürüyordu. Yürümek de bir yere kadar, ayakları eskisi kadar dayanıklı değildi. Hava da bozmaya başlamış, tüyleri diken diken olmuştu.
Ne işi vardı ki gecenin bir vakti dışarıda? Hem yürümek iyi gelseydi, her gün yürüyüşe çıkan herkes mutlu olmaz mıydı?
Aklını başına toplamasına yardım etti rüzgâr, gömleğinin açık olan yerlerinden değince vücuduna. Gömleği beyaz ve inceydi, düğmelerinin arasında epey bir boşluk var ve içinde atleti yoktu. Üşümesi için mevsim ve kıyafetler el ele vermiş, kafasındaki düşünceler bünyesinin direncini kırmış tüyleri de dimdik olmuştu.
Olacağı varsa oluyordu.
Saçlarını düzeltirken, uzun ve birbirine karışmış olan saçlarına elini götürürken canı yandı birden. Dağınık kalsındı gecenin bir vakti. Tekrar dinginlik çökmüş, uğultular başlamıştı beyninde. Kendini alabora olan bir gemideymiş gibi hissetti. Yüzme de bilmiyordu.
Dalıp gitti. Gemi alabildiğine sallanıyor, tutunmaya çalışıyordu sokakta her önünden geçtiği duvara. Yalpalıyordu. Onu orada bir gören olsa, sarhoş zannederdi. Zannetsinlerdi, umurunda olan o değildi. Tam o esnada ani bir köpek sesi ile irkildi, ses gelen yere kafasını çevirince, köpekle göz göze geldi. Belli ki köpeği birileri rahat uyusun diye ve yoldan geçen birilerini de rahatsız etsin diye koymuşlardı oraya.
Ağız dolusu küfürler etti köpeğin sahibine. Malikâne tarzı bir evin önünden geçtiğini karşı kaldırıma geçince anladı. Hemen sosyolojik yönden olaya bakıp daha sosyal küfürler etmeye başlamıştı.
Hangi yetimin hakkı var bu evde acaba? Diye düşünmeden kendini alamadı. Hakkı ödenmemiş kaç tane işçinin alın teri var bu evin temellerinde?
Davetsiz misafir gibi hayali olarak girdi evin içine. Altın kaplama musluklar, son teknoloji ile dizayn edilmiş güvenlik sistemleri-köpek hariç-. Göz alıcı mobilyalar. Seccadenin birinde evin sahibi, diğerinde sahibesi ellerini açmışlar semaya, belli ki daha çok para istiyorlar Allah’tan.
Tekrar çıktı evden, ellerini cebine koydu. Devam etti yoluna…
Hesap gününü düşünecekti, vazgeçti. Kendi hesabını düşünmekten bir başkasının hesabının nasıl verileceği onu ilgilendirmiyordu o anda.
Gecenin o saatinde dışarıda ne işi vardı ki?
Mevsim Eylül. Hava serin. Gömlek ince. Saçları darmadağın. Herhangi bir insanla karşılaşsa korkulacak bir hali vardı, hani akıl hastanesinden kaçmış gibi. Gözlerinin altı ağlamaktan morarmış, yüzü kilo almış gibi şiş. Titriyordu. Eylül titretiyordu. Eylül aslında ansızın gelmişti. Hiç beklemiyordu. Beklenilecek gibi de değildi hani.
Daha dün, tarlada çalışırken güneşin altında yan gelip yatan ırgatların uyuşukluğunda gibiydi, mevsim yazdı!
Eve dönmeliydi. Kaçmalıydı Eylül’den ve soğuğundan. Bir dahaki sefere tedarikli çıkardı. Eylül de gel etsindi artık! Etmese de kendisinin bileceği işti, sanki o davet mi istemişti gelirken?
Üşenmedi, düşünmeye koyuldu gene. Eve doğruydu yönü. Yönünü hep evden çevirirdi ama eve giderdi ayakları.
Korkuyordu da! Geceleyin sokaktan, gideceği evden korkuyordu. Yeri yurdu olmayanlar gibiydi. Yeri yurdu olduğu halde, ne yerinde mutlu ne de yurdunda mutluydu. Mutlu olmayı bir kenara bırak, korkuyordu. Gidecek yeri olsa giderdi. Gidecek yerin olsa da gel, diyenlerin saflığına aldırış etmez giderdi.
Ayağına taş bağlasalar bile koşa koşa gittiği eve, yolda ayakkabısına giren minicik bir kum tanesini bahane edip beş dakika oyalandı. Beş dakika neydi ki? Geçti hemen. Kapıya geldi. Cebindeki anahtarı yokladı önce, zile baktı.
Kararsız kaldı. Zile mi basmalıydı, anahtarla mı açmalıydı? Bu ikisi arasında müthiş bir farklılık vardı. Anahtarla açmak için çabaladı. Elini cebine tekrar soktu ve anahtarı çıkardı. Kapının anahtar deliğine anahtarı sokmazdan önce bir saniye içerisinde binlerce saati, günleri ve yılları düşündü.
Diğer eli zil düğmesinin üzerine gitti. Dünya üzerine üzerine geliyor gibiydi. Terledi. Sırılsıklam olmuştu terden. Eteği sallanıyordu bacaklarının titremesinden.
Elini yüzüne yelpaze yaptı, sıcak gittikçe bastırıyor, eli ayağı titriyordu.
Komşulardan birisi görse, hırsız zannedecekti kendi evine giren. Telaşlandı. Birilerinin gelmesinden korktu. Zile basma kararı aldı. Kalbine danıştı, zile bas diyordu.
Sevdiklerini geçirdi gözlerinden, herkes el birliğiyle zile bas diyordu.
Kapıyı anahtarla açtı.
Olacağı varsa oluyordu!
Sonra? Sonrası yok! Sonrası ayrılık ve güzellik…
M’S


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir